Ahi Bedreddin Mahmud Zaviyesi

XVI. yüzyılda Kayseri’nin iktisadî ve ticarî hayatında rol oynayan ve şehirde kadılık yapmış olan Bedreddin Mahmud tarafından kendi adına zaviyenin kurulduğu anlaşılmaktadır. 966 (1559) tarihli vakfiyede şehirde çok sayıda dükkân, zaviye vakfının akarları arasındaydı. 1584 tarihli tahrirde ise Kayseri’de Ahi Bedreddin Mahmud isimli zaviye mevcuttu. Şehrin kadısının Ahi unvanını taşıması ve ekonomik ve sosyal yapısını etkileyen birçok eseri zaviyeye vakfetmesi, XVIXIX. yüzyıllar arasında zaviyenin Kayseri’nin üretim ve ticaretinde oynadığı rolü göstermektedir. 1254’de (1840) zaviye vakfının mutasarrıfı ve zaviyedârı Esseyid Şeyh Mehmed Halife’nin vefatıyla bu görevler, Hafız Mehmed ve Seyyid Elhac Osman uhdesine verilmişti. 1259 (1845) yılında zaviyedârlık, vâkıfın evladından Elhac Osman Efendi üzerinde idi. 1266’da (1853) bu görev Seyyid Mehmed ve Osman’ın tasarrufunda idi. 1308’de (1893) ise zaviyedâr olan Burhaneddin Çelebi’nin yerine büyük oğlu Bedreddin Efendi tayin edilmişti. Vakfa ait yıllık gelir ise 1238 kuruştu. 1268’de (1855) vakfın muhasebe geliri 3290, gideri ise 2400 kuruştu. 1279’da (1864) vakfa ait köy ve mezralardan gelen gelirlerin toplamı 4868; maaş ve zaviyenin tamir masrafları ise 4868 kuruştu. XX. yüzyıl başlarında zaviye ile ilgili herhangi bir kayda rastlanmaması, zamanla fonksiyonunu kaybettiğinin bir işareti olmalıdır.

Ahilik Ansiklopedisi

Ahi Bedreddin Gühertaş kimdir?

Ahi teşkilatına mensup olan Bedreddin Gühertaş, I. Alâeddin Keykubad’ın Tokat’ta meliklik döneminde atabeyi, saltanatı döneminde (1220-1237) de saygın emîrlerinden biri idi. 1231 yılında Sultan Keykubad tarafından kale dizdarı olarak Afyonkarahisar’a gönderilen Gühertaş, II. İzzeddin Keykâuvus’un emriyle Emîr-i Silahdârlık görevine getirildi. Sultanülulema Bahaeddin Veled ile Ahi Bedreddin Gühertaş’ın birbirlerini tanıdığı, hatta bu tanışmanın Lârende’de ikamet ettiği günlere kadar uzandığı söyleyenebilir. Sultanülulema’nın 1231’de ölümünden sonra da onun ailesiyle ilgisini devam ettiren Gühertaş, Afyonkarahisar kalesinde dizdar iken 1233 yılında Sultan Veled ve kardeşi Alâeddin’i bizzat sünnet etti. Alâeddin Keykubad’ın ölümünden sonra Selçuklu Devleti kargaşa içine düşünce Moğollar, Selçukluları hâkimiyet altına aldı. Bu dönemde yaşlı Bedreddin Gühertaş, Sultan II. İzzeddin Keykavus ve vezir Kadı İzzeddin ile beraber Moğolları Anadolu’dan atmak düşüncesiyle Sultanhanı’nda yapılan savaşa katıldı (1256). Ancak Selçuklu ordusu yenilgiye uğradı. Bu sırada Karamanlıları Konya’ya davet ettiği iddiasıyla yakalanarak Moğol komutanı Alıncak Noyan’a gönderildi ve burada hayatına son verildi (1256). Ahi Bedreddin Gühertaş, Afyonkarahisar’da Alâeddin (Hisarardı) Medresesi’ni yaptırdı. Ayrıca Konya’da kendi adıyla anılan bir medrese inşa ettirdi ve Sultanülulema ölmeden önce bu medreseye taşındı (1231). Mevlâna Celâleddin de babasının vefatından sonra burada uzun süre ders verdi. Bazı araştırıcılar, Bedreddin Gühertaş’ın Sultanülulema’nın kabrinin üstüne küçük bir türbe yaptırdığını belirtirler. Konya’da yeri keşfedilmeyen bir de hamamı vardı. Alâeddin Keykubad döneminde bütün ümera gibi Bedreddin Gühertaş da Konya surlarının inşasına katıldı (1221).

Türbesi

Konya’da Selim Sultan mahallesinde, Ulu Irmak’tan Karaaslan’a giderken yolun solunda yer almaktadır. Eyvanlı türbeler grubundan olan eserin büyük bölümü yıkılmış olsa da kuzey duvarının bir kısmıyla alt katı günümüze gelebildiği için planı ve formu belirlenebilmektedir. Bazı kaynaklarda Gevhertaş Türbesi olarak da zikredilen mezar anıtı, alt kat ve üst kattan oluşmaktadır. Esas kabrin bulunduğu alt kata batı tarafa açılan birkaç basamaklı bir merdivenle inilir. Alt kattaki bu cenazeliğin girişi demir kapı ile kapatılıp kaynakla perçinlendiği için içeriye girilemese de duvarlarının moloz taşla örüldüğü ve örtüsünün beşik tonozlu olduğu belli olmaktadır. 4.60 x 7.42 m ölçüsünde dikdörtgen planlı bu mekâna havalandırma amacıyla 0.25 m çapında beş menfez açılmıştır. Bunlardan doğuda bulunanı, tonozun hemen altında ve duvarın ortasına, diğerleri ikişerli olarak kuzey ve güney duvarlara yerleştirilmiştir. Kuzeydekiler dip tarafta ve birbirine daha yakındır. Üst katın doğu, batı ve güney duvarı tamamen yıkılmış, sadece kuzey duvarı kısmen ayakta kalabilmiştir. Eski fotoğraflarda biraz daha sağlam olduğu görülebilen ve bazı detayları seçilebilen bu duvarın zeminden 2.65 m yüksekliğe kadarki örgüsünün taş, üst tarafı ile tonozunun tuğladan olduğu izlenebilmektedir. Taşlar genelde küçüklü-büyüklü olarak dizilmiş, alt sıradakilerle köşe ve ön cepheye gelenler daha iri ve muntazam kesilerek sıralanmıştır. Duvardan iç tarafa destek mahiyetinde bir takviye kemeri atılmış, dışına da yine kemerli bir niş açılmıştır. Duvarın dış tarafına batı köşeye yakın olarak açılan ve bir mihrabı andıran dikdörtgen nişin kemeri tuğla örgülüdür. Niş, duvardan biraz içeride kalmakta, hafif sivri kemerinin ayakları duvara da temel oluşturan büyük blok taşlara oturmaktadır. Önkal: “bu nişin bir mihrap nişi olduğunu ve bu bölümde türbe ile bitişik bir hacmin yer aldığını hem mevcut bakiyelerden hem de bu kenardaki alt kat menfezlerin doğu köşesine kaydırılmış olmasından anlıyoruz. Bu durumda eyvan tipi türbelerin hemen hepsinde mevcut olan istinad ayağına kuzey kenarında ihtiyaç kalmadığı ve inşa edilmediği görülüyor. Diğer cephelerde ise istinad ayaklarının mevcut olup olmadığı duvarlarının yıkılıp yok olması sebebiyle anlamak güçtür” sözleriyle ifade etmektedir. Türbenin tamamı ayakta olmasa da mevcut kalıntılardan ön cepheyle köşe bağlantılarında kesme taş kullanıldığını tespit etmek mümkün olabilmektedir. Yine ayrıca eyvanın üstünü kapatan tonoz örtünün dış tarafında bir kademelenme dikkati çekmekte, ön cephedeki dışa açılan büyük kemerin de tuğla silmelerle çerçevelendiği belirlenebilmektedir. Kitâbesi olmayan yapının, II. Bayezid döneminde (1481-1512) Konya ile ilgili tahrir defterlerindeki kayıtlarla Bedreddin Gühertaş’a ait olduğu kesinleşmiştir. Bedreddin Gühertaş’ın I. Alâeddin Keykubad’ın lâlâsı olduğu ve Sultanülulema’ya büyük saygı duyduğu, Mevlâna için de bir medrese inşa ettirdiği bilinir. Bu şahıs, Sultan II. Keykavus’un İstanbul’a kaçtıktan sonra Konya üzerine gönderdiği kuvvetlerle irtibatı bulunduğu iddiası ile Muiniddin Pervâne tarafından bazı emîrlerle birlikte Moğol komutanı Alıncak Noyan’a gönderilmiş ve bir komplo ile hepsi yok edilmiştir (660 / 1262). Türbenin bu yıllarda yapılmış olması gerekir.

Ahilik Ansiklopedisi

Ahi Bayram Bey Zaviyesi

Menteşe Beyliği ve Osmanlı döneminde kaza merkezi olup bugün köy haline gelmiş olan Aydın’ın Çine ilçesine bağlı Eskiçine köyünde bulunmaktaydı. Osmanlı dönemi kayıtlarında vergilerden muaf olarak kaydedilmiş olması, zaviyenin Menteşe Beyliği döneminden intikal ettiğine işaret etmektedir. XVI. yüzyılın başlarında zaviyenin yöneticisi olarak Baba Nazar’ın oğlu Hacı Derviş görünmektedir. 1562’de ise zaviyedâr Hüsam adlı kişiydi. Daha sonra mütekaid Kadı İshak Efendi görev yaptı. XVIII. yüzyıl belgelerine yansıyan zaviyedâr ve mütevelliler ise şunlardır: Mustafa Efendi, Şeyh Hacı Veli Efendi, Şeyh Mehmed Efendi, Şeyh İbrahim Efendi, Abdullah Efendi, Ali Efendi ve Hafız Ahmed Efendi. Zaviyeye ait vakfın çok sayıda gayrimenkulü vardı. XVI. yüzyılda arazilerin bulunduğu yerler ve miktarları şöyleydi: Karalar kesiğinde 16, zaviye yakınında 8, Akdutbükü’nde 20, Seveklü gölünde ve Mal kayasında yarım çiftlik (30-75), Bağarası’nda 10, Elmalı’da 16, Davudoğlu’nda 4, Geneviskırı’nda 30, Çaltı’da 40, Banayır’da 2, Dalama’da 20 ve Gökyaka’da 20 dönüm kadar tarlaları vardı. Çine (Eskiçine) çarşısında ise 14 dükkânı bulunuyordu. Bu vakıf akardan XVI. yüzyılda yıllık 2.040 akçe gibi nispeten yüksek bir gelir sağlanıyordu. 1849 yılında zaviye vakfına ait gelirlerden Evkaf Nezareti’nce bazı harçların tahsil edilmesi, bu tarihlerde zaviyenin faal olduğunu göstermektedir. Söz konusu muhasebe defterine zaviyenin ismi Ahi Bayram Veli olarak kaydedilmiştir.

Ahilik Ansiklopedisi

Ahi Başara kimdir?

Konya’nın tanınmış Ahilerindendir. Ahi Türk’ün kardeşi ve Hüsameddin Çelebi’nin amcasıdır. Debbağlıkla (dericilikle) uğraşan Ahi Başara’nın adı, Ahi şecerenamelerinde “Büyük Ahi” diye geçer. Anadolu’daki Moğol nüfuzu ve baskısı esnasında birçok Ahi ve Türkmen gibi Konya’yı terk etmek zorunda kaldı. Bu sırada Ahi Başara da kendisine bağlı diğer Ahi ve Bacılarla beraber Konya’nın 40 km kadar kuzeyinde bugün adı Başarakavak olan yere yerleşti. Bu köyde kendine has desen ve motifi ile imal edilen halılar, Başara Halısı adıyla meşhurdur.

Ahilik Ansiklopedisi

Ahi Barak Baba kimdir?

Zaviyesi: Amasya’nın Gümüş nahiyesinde 1367 yılında kurulmuş olan Ahi Barak Baba zaviyesi hakkında Osmanlı devri kaynaklarında bilgi yoktur. Hüseyin Hüsameddin, zaviyenin kurucusunun Sühreverdi tarikatı şeyhlerinden Ahi İbrahim-i Basri olduğunu, oğlu Ahi Barak Baba zamanında vakıflarının tanzim edildiğini ve zaviyenin işlerlik kazandığını belirtmektedir.

Amasya ili Gümüş kasabasında Cami-i Kebir mahallesi Canikli sokakta bulunmaktadır. Halk arasında Burak Baba-Hasan Ağa Tekkesi olarak da bilinir. Barak Baba’nın kim olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Yazıcızâde Ali, eserinde Barak Baba’nın Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus’un oğlu olan bir Selçuklu şehzadesi olduğunu söylemektedir. Bazı tarihçi ve edebiyatçılar, Barak Baba’nın Tokat köylerinden birinde doğan bir kâtibin oğlu olduğunu ileri sürmektedir. Özellikle Yunus Emre’nin eserlerinde Barak Baba ile ilgili bilgilere ulaşılmaktadır. Kaynaklarda Barak Baba’ya mensup olanlara Barakıyun (Baraklılar) denilmektedir. Bu konuda Abdülbaki Gölpınarlı ve Hüseyin Hüsameddin eserlerinde bu türbe için “şehr-i verdiyeden Ahi İbrahim el-Basri bu kasabada neşri füyûzat ve bir tekke inşa ve mahdumu Ahi Barak Baba evkafını tanzim ettiği münasebetle Gümüş kasabası ‘kesb-i ma‘rifet’ etmişdir” şeklinde geçmektedir. 1367 yılarında Gümüş’te yaşayan ve Selçuklular zamanında Anadolu’ya gelen Sühreverdi tarikatı şeyhlerinden Ahi İbrahim-i Basri tarafından tekke olarak yaptırılmış; oğlu Ahi Barak Baba tarafından vakıfları tanzim edilmiştir. Türbe, kuzey-güney doğrultusunda kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Kerpiç duvarlı ve üzeri kiremit kaplıdır. Batı cepheden açılan bir kapı ile girilmektedir. Yola bakan kuzey cephesinde bir çeşme bulunmaktadır. Yapıya biri doğu, diğeri batı cephede olmak üzere iki yönden giriş sağlanmaktadır. Kapılar dikdörtgen formlu olup düz atkı taşlıdır. Batı giriş kapısı iki kanatlı, doğudaki ise tek kanatlıdır. Batı giriş kapısı önünde iki ahşap ayak tarafından taşınan bir sundurması bulunmaktadır. İçerisi oldukça sadedir. Batı duvarının güneye yakın olan bölümünde ahşap kapaklı bir dolap nişi yerleştirilmiştir. Bunun üzerinde tuğladan bir hafifletme kemeri mevcuttur. Türbe içerisinde giriş kapısının sağ duvarı üzerinde kireç badana üzerine siyah renkli boya ile 705 (1305) tarihi yazılıdır. Sandukalar zeminden 0.25m yükseltilmiş bir kaide üzerine oturmaktadır. Girişin önünde yer alan ve baş uçunda kitâbe bulunan sandukanın yan yüzleri ise oyma tekniğinde yapılmış çiçek motifleri ile tezyin edilmiştir. Başucunun alt bölümünde kare bir pano içerisinde ortada bir sekizgen, sekizgenin ortasında ise çıtalarla bir kare oluşturulmuş, ortadaki karenin her bir köşesinden çıtalarla ana panonun köşelerine birleştirilmiştir. Sekizgenin etrafında daha küçük kare şekiller yer almaktadır. Bu karelerin içlerine de oyma tekniği ile çiçek motifleri işlenmiştir. Alttaki kare panonun üzerindeki üçgen alınlığın içerisine oyma tekniğinde kitâbe yerleştirilmiştir. Üç satırdan oluşan kitâbenin ikinci ve üçüncü satırları ortadan enine atılan çıtalarla ikiye ayrılmıştır. Kitâbe iki yönden çıtalarla sınırlandırılmıştır. Sandukanın baş uçunda bulunan kitâbedeki tarih 705’e (1305) denk gelmektedir. Diğer iki sandukanın baş ve ayak bölümleri ise üçgen bir alınlıkla sonlandırılmıştır. Yüzeyleri çıtalarla karelere bölünmüş, içleri ise eşit üçgenlere ayrılmıştır. Bu sandukalar Barak Baba’nın ailesine ait olmalıdır. Türbenin kuzey ve güney cephelerine ikişer pencere açılarak iç mekânının aydınlatılması sağlanmıştır. Kuzey cephede bulunan pencereler dikdörtgen formlu, düz atkı taşlı ve içeri doğru şevli olarak tasarlanmıştır. Güney cephedekiler ise dikdörtgen formludur. Kaynaklarda türbenin bulunduğu bahçenin içerisinde bir mescid ve imarethanesi.

Ahilik Ansiklopedisi

Ahi Baba Türbesi

Konya’da Taşra Karaaslan köyünde, Bedreddin Gühertaş Türbesi’nin az ilerisinde, Sultan Selim caddesinde, Ahmet Efendi Camii’nin avlusundadır. Taştan yapılmış türbe daha önce toprak damlı olup tavanı kamışla örtülüydü. Toprak dam çökünce bir hayırsever tarafından 1998’lerde tamir ettirilmiş, Ahi Baba’nın mezar yeri betonla yükseltilerek ortaya çıkartılmıştır. Ahi Baba’nın hüviyeti ile ilgili türbede herhangi bir kitâbe olmamasına rağmen türbedeki mezarın yerini belirlemek için, mezar taşı yerine daha önce konulmuş bir çift camız boynuzu olduğu mahallenin ihtiyarlarınca anlatılır. Türbenin çevresinde, 1970’lerde Konya’da Hıdırellez de kutlanmakta idi. Bu nedenle Ahi Baba’nın bir diğer adı Hıdır Baba olarak bilinir. Türbe çevresinde zamanla bir velî kültünün oluştuğu anlaşılıyor. Bu bağlamda son zamanlarda unutulmaya yüz tutmuş olsa da eskiden “aydaş” diye tabir edilen zayıf ve hastalıklı çocuklar türbeye getirilir, yıkanır, mezarın üzerine yatırılarak yuvarlanır, çocukların iç çamaşırları oraya bırakılırdı. Bu arada hasta sahipleri dua ettikten sonra üç kez türbenin etrafında dönerlerdi. Gelen ziyaretçiler bozuk para bırakırlar, camız boynuzuna çaput bağlarlar, ekmek, kaynamış yumurta ve tuz bırakırlardı.

Ahilik Ansiklopedisi

Ahi Baba Mescidi

Aydın vilayetine bağlı İzmir sancağı sınırları içindeki Tire kazasının Fata köyündeydi. XX. yüzyılın başlarında faal durumda idi. Bânisi ve inşa tarihi belli olmayan mescidin küçük bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Mescidte imamlık vazifesini yürüten Mehmed Efendi’nin vefat etmesi üzerine yerine 29 Zilkade 1334 (27 Eylül 1916) tarihinde Hasan Hüseyin Efendi b. Hüseyin’e imamlık beratı verilmişti. Vakfın akarlarına dair bilgiye rastlanmamıştır.

Ahilik Ansiklopedisi

Ahi Baba Kültür ve Sanat Ocağı

Ahi Baba olarak bilinen Mustafa Karagüllü tarafından 1963 yılında Ahiliğin manevî merkezi Kırşehir’de kuruldu. Halihazırda Ahi Evran külliyesinin yanında Ahi Esnaf Çarşı’sının üçüncü katında yer alır. Dört odalı 100 metrekarelik bir alanı kapsayan ocağın odalarının her biri, kütüphane, geleneksel Kırşehir evi ve sohbet toplantıları için tefriş edilmiştir. Bu mekânın en önemli özelliği, Ahilikle ilgili başta bilimsel toplantılar olmak üzere eski geleneklerden yaran sohbetleri, nasihatler ve çeşitli konularda istişarelerin yapıldığı bir yer olmasıdır. Her türlü etkinliğin bütün halka açık şekilde düzenlendiği bu toplantılara Ahilik üzerine uzman bilim adamları ile iş ve meslek hayatında başarılı olan kimseler davet edilir. Kütüphaneden ise her yaş grubuna hitap edebilecek düzeyde özellikle orta dereceli okul ve üniversite öğrencileri yararlanır.

Ahilik Ansiklopedisi

Ahi Baba Hacı Süleyman Cami

Kanuni dönemi (1520-1566) kayıtlarına göre Konya’nın Hoca Habip mahallesindeydi. XVII. yüzyıl ortalarında harap hale geldiği için Ahi Baba Hacı Süleyman tarafından yeniden yaptırılmış, bu sırada minber konarak camiye çevrilmiş, bunun için Ahi Baba Hacı Süleyman Camii adını almıştır. Günümüzde Süleyman Ahi Baba Camii olarak bilinmekte olup mevcut bina 1939’da yaptırılmıştır. Hoca Habib Mescidi vakıflarına dair ilk kayıtlar, 1530’dan sonraki vakıf defterlerinde geçmektedir. Bu durum mescidin XVI. yüzyıl başlarında inşa edildiğine işaret etmektedir. Ahi Baba Hacı Süleyman Camii’nin tecdit kitâbesi de mevcut değildir. Buraya yapılan atamalar ve bu zatın hayatına dair belgelere yansıyan bilgilerden hareketle cami olarak inşa tarihini tahmin etmek mümkün olmaktadır. Camiye hatip atamasına dair ilk belgenin tarihi Ramazan 1115 (Ocak 1704) olup bu berat tecdîden verilmiştir. Öyleyse bundan önce de bir beratla hatip tayin edilmiştir. Bu durum caminin inşasının 1700’den önce ve muhtemelen XVII. yüzyılın son çeyreğinde olduğunu gösterir. 15 Safer 1125 (13 Mart 1713) tarihli bir KŞS kaydında “Ahî Baba el-Hâc Süleyman bin Mustafa”nın şahitler arasında yer alması, XVIII. yüzyıl başlarında bânisinin hâlâ hayatta olduğunu gösterir. Hoca Habib Mescidi vakıflarının vakfiyesi şimdilik tespit edilememiştir. Kanuni dönemindeki vakıfları; Hoca Habib mahallesinde bir ev, bir bahçe, bir yer ile Aymanas köyünde bir zemin olarak kaydedilmiştir. Hoca Habib Mescidi’ni camiye çeviren Ahi Baba Hacı Süleyman, Konya Debbağhanesi’nde mülkü olan Ahi Dükkânı adıyla tanınan kireçliğinin on ikide dördünü bu Ali Baba esnaf ileri gelenleriyle camiye vakfetmiştir. Ahi Baba Camii için üçüncü vakıf, 3 Cemaziyelevvel 1331’de (10 Nisan 1913) Hacı Veli Ağazâde Hacı Veli Efendi tarafından kurulmuştur. Zikredilen bu Ahi Baba Camii Vakfiyesi ile Konya’nın Ortaavlu mevkiinde bir bağın geliri Ahi Baba Camii’nde hatip olanların ücretlerinin ödenmesi için tahsis edilmiştir. Ahi Baba Hacı Süleyman Camii, onarımlarla günümüze kadar gelmiştir. Bunun için orijinal yapıdan eser kalmamıştır.

Vakfiyesi

Ahi Baba Hacı Süleyman Camii, Kanuni dönemi (1520-1566) kayıtlarında Konya’da Hoca Habib mahallesinde, Hoca Habib Mescidi olarak geçmektedir. XVII. yüzyıl sonlarında bu mescidi camiye çeviren Ahi Baba Hacı Süleyman’ın adından dolayı Ahi Baba veya Ahi Baba Hacı Süleyman Camii adıyla belgelerde yer almıştır. Ahi Baba Hacı Süleyman’ın camiye bazı gayrimenkuller vakfettiği belgelerden anlaşılmakta, ancak bu hususta tescil edilmiş bir vakfiye tespit edilememektedir. Ahi Baba Camii ile ilgili bilinen tek vakfiye, Konya’nın Yunusoğlu mahallesinden Hacı İsmail Ağaoğlu Hacı Veli Ağazâde Hacı Veli Efendi’ye ait olup, tescil tarihi 3 Cemaziyelevvel 1331 (10 Nisan 1913)’dir. Hacı Veli Ağazâde Hacı Veli Efendi, tanzim ettiği Ahi Baba Camii Vakfiyesi’ni Konya Şer‘iye Mahkemesi’nde tescil ettirmiştir. Vakfiyenin aslının nerede bulunduğu bilinmemektedir. Sureti VGMA, nr. 2181, s. 103’te kayıtlıdır. Buna göre vâkıf, Konya’da Ortaavlu mevkiindeki 800 eski zirâ (459 yeni arşın) büyüklüğünde olan, içinde ağaç ve üzüm çubukları bulunan mülk bağını tüm müştemilatıyla birlikte Ahi Baba Camii’ne vakfetmiş ve bağın tüm gelirlerini de adı geçen camide hatip olarak görev yapanlara tahsis etmiştir. Zamanla şartlar değişirse vakıf bağdan elde edilen gelir, Müslümanların fakirlerine harcanılacaktır. Vakfın mütevelliliğini vâkıf Hacı Veli Ağazâde Hacı Veli Efendi yürütecektir. Onun ölümünden sonra Ahi Baba Camii’nde hatiplik yapanlar mütevelli olarak atanacaklardı.

Ahilik Ansiklopedisi

Ahi Baba kimdir?

Ahiliğin kurucusu Ahi Evran’dan sonra gelen Ahilerin reisine “Ahi Baba” denirdi. Ahi Baba, bir şehirdeki esnaf teşkilatının başındaki en büyük reis idi. Osmanlı döneminde her şehir ve kasabadaki esnafın, kendine has bir yapılanması vardı. Bu bağlamda bir şehir veya kasabadaki her esnaf grubu kendi içinde teşkilatlanır ve her birinin ayrı ayrı reisleri olurdu. Bu reislerin en büyüğü Ahi Baba adıyla bilinirdi. Ahi Baba’nın seçimi, belli usuller dahilinde gerçekleşirdi. Bir Ahi Baba’nın vefatından sonra yerini alabilecek bir oğlu var ise o Ahi Babalığa gelirdi. Eğer yoksa esnaf reisleri bir araya gelir ve içlerinde güvenilir, dürüst, dindar, işinin erbabı bir kişiyi Ahi Baba adayı olarak seçerdi. Daha sonra aday olan bu kişiyle ilgili işlerin resmen tamamlanması için, o yerin kadısına gidilir ve durum tespiti yapılırdı. Kadı ise adayın adını merkeze yani İstanbul’a arz ederdi. Arz üzerine padişahın beratıyla resmen Ahi Baba’nın tayin işlemi tamamlanmış olurdu. Ahi Babaların bulundukları şehir veya kasabalardaki esnaf üzerinde hissedilir saygınlığı ve ağırlığı vardı. Bu bağlamda esnafın pek çok meselesi, mahallin kadısına veya İstanbul’a sunulmadan önce Ahi Babalar tarafından halledilme yoluna gidilirdi. Bu arada esnafın ihtiyacı olan hammadde üretiminin düzenli bir şekilde yürütülmesine nezaret eder, haksız kazanç sağlayanların ve esnaflık mesleğine riayet etmeyenler için icabı halinde yargı yoluna giderdi. Şehir ve kasabalardaki Ahi Babalar, özellikle manevî yönden Kırşehir’deki Ahi Evran Zaviyesi postnişinine bağlıydılar. Bu bakımdan Kırşehir’de Ahi Evran Zaviyesi’nde postnişin olan Ahi Baba, yıllın belli dönemlerinde şehir ve kasabalara gider, esnafı ziyaret eder, onların meselelerini yerinde halletmeye çalışır, ustalık mertebesine erişenlerle ilgili törenlere katılır, şed kuşatır ve nihayetinde Kırşehir’e dönerdi.

Ahilik Ansiklopedisi