Gerçek adı Onur Karadereli olan Feo Matif rumuzlu Türk Şarkıcı / Rapçi 2002 Yılında İstanbul/Ümraniye’de dünyaya geldi. 6 yaşında Rap müzik ile tanışan Feo, 2018 yılında ilk çalışmalarına kendi evinde başladı. Geçen zaman ile birlikte yavaş yavaş ün kazanan Feo Matif önce Youtube daha sonra diğer platformlarda kendini dinleyicilerine tanıttı Feo Matif; yeri geldiğinde yeraltı, yeri geldiğinde yeni nesil şarkılar yapan bir sanatçı. Genellikle toplumsal ve ruhsal konuları hedef alır. Protest şarkılar, intiharı anlattığı şarkılar, aşkı anlattığı şarkılar, sokağı, dışlanmayı, nefreti, depresyonu anlattığı şarkılar vardır. Her konu için kaleme alır şarkıları.
Ay: Ekim 2020
Altay dilleri nedir? Altay dilleri hangileri? Altay dilleri özellikleri ve tarihi nedir?
Alm. Altaische Sprachen (n), Fr. Langues Altaiques, İng. Altaic Languages. Orta ve Doğu Asya’daki Türk, Moğol, Mançu, Tonguz dillerini içine alan, yeni araştırmalara göre Japon ve Kore dillerinin de dahil bulunduğu diller topluluğu ve ailesi. Bu dillerin bir aile meydana getirdiği teorisi ilk defa Fin bilgini Strahlanberg tarafından ortaya atılmış; Castren, Ramsted, Poppe gibi bilginlerin çalışmaları neticesinde kesinleşmiştir.
Altay dilleri ailesi; Hind – Avrupa, Çin – Tibet dil ailelerinden sonra dünyanın üçüncü büyük dil ailesidir. Altay dillerini konuşanların % 17’si Birleşik Devletler Topluluğu’nda, % 6.50’si Çin Halk Cumhuriyeti’nde, % 3.55’i başka ülkelerde, % 72,65’i ise kendi topraklarında yaşarlar.
Altay dilleri, 19.878.368 kilometrekarelik bir sahada konuşulmaktadır. Bu alanın doğu-batı arasındaki mesafesi 9360 kilometreyi bulur.
Altay dillerine ait ilk yazılı belgeler sekizinci yüzyıldan itibaren görülmeye başlar.
Türk dili: Bilinen ilk yazılı belgeleri; Bilge Tonyukuk (M.S. 725), Kül-İç-Çor (719-723), Kültigin (732), Bilge Kağan (735) adlarına dikilmiş olup, Göktürk veya Orhun Abideleri adı ile anılırlar. Bunlardan önce Yenisey Mezartaşları gelir. Ancak bunlarda bir alfabe değil 158 civarında işaret bulunduran resim-yazı görülür.
Moğol dili: En eski yazılı belgesi M.S. 1225 yılına aittir ve Yesunke Taşı olarak tanınır.
Tonguz dili: Eski yazılı belgeleri ölü olan Çuçen diline aittir. Bunlar M.S. 1413 ve 1433 yıllarından kalmadır.
Kore dili: En eski yazılı belgeleri 1443 yıllarından kalma ufak parçalardır. Bu dil Altay dilleri arasında üzerinde en az çalışma yapılandır.
Japon dili: İlk yazılı belgeleri hemen hemen Türkçe ile aynıdır. Bunlardan 712 yılında yazılan Nihon Şoki küçük bir belgedir. Bundan sonra en önemli belge olarak Man’yoşu gelir.
Altay dillerinin yaşı, teori olarak, 8972 civarında olup, bu rakam Ana Altaycaya aittir. Bundan ayrılışlar başlayınca; Türkçenin 8352, Moğolcanın 7112, Tonguzca’nın 5872 sene önce ayrılmaya başladığı iddia edilmektedir. Altay ailesine mensup diller, sahib oldukları hususiyetler bakımından az çok şekil, yapı, sentaks ve ses özelliği itibariyle bugün de yakınlık gösterirler.
Asıl Altay toprakları küçük olmasına rağmen bu dilleri konuşan topluluklar, doğuya, daha geniş olarak da batıya yayılmıştır. Akın eden ordularla birlikte Altay dilleri, başta Türkçe olmak üzere, Balkanlara, Anadolu’ya, Doğu Avrupa’ya, Kuzey Afrika’ya, İran’a, Hindistan’a yerleşmiştir. Bugün 300 milyondan fazla insan bu dilleri konuşmaktadır.
Altay dağları nerede? Altay dağları özellikleri neler? Altay dağları tarihi nedir?
Orta Asya’da, Sibirya’nın güneyinde Moğolistan ile sınır teşkil edecek şekilde uzanan büyük bir sıradağ. Moğol lisanında altın anlamına gelir. 48°-50° arası kuzey arz enleminde, 81°-90° arası doğu boylamında bulunur. Genel olarak pekçok kırık ve bükülmeler arasında aşınmış ve düzlenmiş alanların sivrilmesi ile meydana gelmiş oldukça yüksek dağlardır. Rusya’daki Beluha Doruğu 4.506 m ile Altay Dağlarının en yüksek noktasıdır.
Yapı ve şekil bakımından iki kısma ayrılır: Birinci kısım, Sovyet toprakları içinde yer alan Kuzeybatı Altay dağlarıdır. Bunlar bir çok sıradağlardan sarp yüksek tepelerden meydana gelmiş, karışık bir yapıya sahiptirler. İkinci bölümüne ise “Moğolistan” veya”Güney Altaylar” denmektedir. Dış Moğolistan içlerine doğru 1700 kilometre uzunluğunda uzanan, yükseklikleri biraz daha az olan (3000-3500 m) bu sıradağlar kıvrımlı-kırık bir yapıya sahiptirler.
Dağların yüksek yerlerinde büyüklü küçüklü pekçok buz gölleri vardır. Ayrıca etrafında büyükçe denebilecek göller de bulunmaktadır. Güneyindeki Marka ile kuzeyindeki dar fakat çok uzun olan Telezker gölü bunlardan en önemlileridir.
Altaylar’da bulunan vadiler çok verimli olup, buralarda sık çam ormanlarına rastlanır. Alçak yerler ekseriya step, daha yukarılar ise dağ çayırlıkları halindedir. Bunların üstünde ise her zaman kar ve buzla kaplı kayalık yüksek yerler bulunmaktadır.
Maden bakımından Sibirya’nın en zengin yeridir. Altın yatakları çoktur. Eski devirlerden beri zengin madenleri ile tanınmıştır. Bugün taşkömürü ve linyit yanında, demir, bakır madenleri çıkarılır ve endüstrisinde kerestecilik önemli bir yer tutar. On dokuzuncu asırda hayvancılık çok gelişmiş iken, bugün mer’aların azalması sebebiyle önemini kaybetmiştir. En çok beslenen hayvanlar; at, koyun ve sığırdır.
Alpler ne demek? Alpler’in özellikleri neler? Alpler dağları nedir!
Güney Avrupa’da yer alan büyük dağ silsilesi. İsviçre, Kuzey İtalya ve Fransa’nın pek çok bölümünde görülür. Avusturya’nın hemen hemen hepsini kaplar ve Almanya’nın güneyinde önemli yer tutar. Coğrafi olarak 44°-48° kuzey enlemleri ve 5°-18° doğu boylamları arasında bulunur. Ekvator’dan ve Kuzey kutbundan hemen hemen aynı uzaklığa sahiptir. 207.000 kilometrekarelik bir alanı kaplar.
Alpler baştan başa İtalya’yı geçen Apeninleri, Yugoslavya kıyısında uzanan Dinar Alplerini, Balkan ve Karpat dağlarını içine alır. Bazı fasılalarla Anadolu’da Toroslarla devam ederek, İran’a geçer ve oradan Orta Asya’ya uzanır.
Alp Dağları kendi içinde üç kısma ayrılır: Batı, Orta ve Doğu Alpler. Batı Alp Sıradağlarında Maritime, Cotian, Dauphine, Graian ve Pennine Alpleri önemlilerindendir. Maritime Alpleri, Rivyera kıyıları ve İtalya ovaları boyunca yükselir ve 3000 metrenin üzerinde zirvelere sahiptir. Pennine Sıradağları en dikkat çekicisi olup, 96 km civarında uzunluğa ve Alplerin en çok görmeye değer tepelerine sahiptir. Batı ucunda, Fransa ve İtalya’nın birleştiği yerde Mont Blanc Tepesi mevcuttur. Karlarla kaplı bu tepe deniz seviyesinden 4810 metre yükseklikte olup Avrupa’nın en yüksek tepesidir. Pennine Alplerinin diğer ucundaki Monte Rosa 4634 m yüksekliktedir. İsviçre ve İtalya sınırında bulunan Matterhorn ise bıçak gibi yükselerek 4478 metreye ulaşır.
Orta Alplerin bir kolu da Rhine (Ren) Nehri Vadisinin kıyısındaki Bern Alpleridir. Finsteraarhorn (4274 m), Aletschorn (4195 m) ve Jungfrau (4158 m) gibi dünyanın en güzel tepelerine sahiptir. Yaklaşık 30 km ayrı ve paralel bulunan Pennine ve Bern Alpleri İsviçre’nin en önemli manzaralarını oluştururlar. Orta Alplerin, Lepontine, Tödei, Glarus, Bernia, Albula ve Silvretta önemli kollarıdır.
Doğu Alpler, daha az yüksek tepelere sahib olmalarına karşılık güzellikleri yönünden dikkati çeker. Bavyera Alpleri, Julian ve Carnic Alpleri önemli kollarıdır. Dolomitler, ufalanan kalkerli yarları ile meşhurdur. Doğu Alplerde vadiler, sık ormanlara sahip olduklarından, toprak tarıma çok az müsaittir.
Alp vadileri oldukça değişiktir. Bazıları sayısız şelalelerin mevcut olduğu nehirleri barındıran dik yamaçlı, bazıları da, ana dağlara paralel uzanan geniş vadiler şeklindedir. Bunlardan kısa ve geçişi te’min eden vadilere de rastlanır.
Kar çizgisinden yukarıda olan tepelerde buzullara ve buz kesmiş kar taneciklerinden meydana gelen bölgelere rastlanır. Bu buzullar içinde en büyüğü 25,6 kilometre boyunda ve 1689,6 kilometrekarelik bir alanı kaplayan Aletsch’dir. Bu buzulların yataklarına buz nehri denir. Yüksek dağlara ve kutup bölgelerine münhasır olan bu dikkat çekici buz nehirleri ilk defa Alpler’de incelenmiştir. Hareketleri yavaş yavaş ve karmaşıktır. Dünyanın diğer bölgelerinde de olduğu gibi yavaş yavaş çekilmeleri yerkürenin ısındığına işaret etmektedir. Bazı bölgelerde 1000 metrelik yüksekliğe kadar inmekte ve daha aşağılarda dağların sırtlarında kaybolmaktadırlar. Buzullar pek çok V şekilli vadiyi genişleterek U şekline getirmişlerdir. Ayrıca arazide buzulların eriyerek bıraktıkları toprak ve taş artıklarına rastlanır.
Buzullardan kalan diğer bir iz de göllerdir. Maggiore ve Como güneyde İtalya’da bulunan çok güzel turistik göllerdir. Cenevre, Lucerne ve Constanceis güzel olmakla beraber dağlık bölgede bulunurlar. Cenevre gölü, Okyanusdaki gel-git olaylarına benzer fakat menşei tamamen farklı olan bir olaya sahiptir. Olayın sebebi atmosferik basıncın değişmeleridir.
Avrupa’nın bazı önemli nehirleri Alpler’in erimiş karlarını taşırlar. Rhone nehri Batı Alpler’den çıkıp Fransa’da denize dökülür. İtalya’nın önemli nehri olan Po da Alplerden beslenir ve doğu yönünde Lambardy Ovalarından geçerek, Adriyatik’e dökülür. Alp derelerinin birleşmesinden meydana gelen Rhine Nehri ise, kuzey yönünde vadiler arasında dolaşarak akar.
Okyanus ve kara rüzgarlarının sınırında bulunan Alpler’de, iklim genel olarak ılımandır. Ancak yer ve yüksekliklere göre farklı iklim şartları tarıma elverişli değildir. Yağış ortalamaları oldukça yüksektir. En çok yağış 3000 mm ile Conia’dadır. 2900 m yükseklikteki bölgelerde devamlı kar yağışları bulunur. Bu sebeple kayak ve spor müsabakalarına elverişlidir.
Alplerdeki bitki örtüsü çok zengin ve çeşitlidir. İki bin yüz metrenin üstünde çiçek veren bitki çeşidine rastlanmıştır.
Güney kıyılarda hurma tipi ve yarı tropikal bitki türlerine rastlanır. Bu bölgeye zeytin şeridi denir. Vadilerde ve alçak yamaçlarda meşe, kayın, akçaağaç gibi ağaçlar vardır. Yükseklerde çam, karaçam ve ladin hakimdir. Bunların üzerinde çayırlık bölge bulunur. 2430-2895 m arasında bitkiler kaybolurken karlı bölgeler başlar.
Alplerde genellikle dağların yüksek kesimlerinde birkaç hayvan türüne rastlanır. Ağaç çizgisinin üstünde Alp çayırlarında bulunan bir ara nesli tükenmeye yüz tutan vahşi keçi, boyları 60 santimetreye kadar ulaşan dağ faresi en çok rastlanan hayvanlardır. Bunların dışında av ve vahşi hayvan olarak çeşitli türde tavşan, tilki ve az görülen kahverengi ayıya rastlanır. Avrupa bizonu, uzun tüylü vahşi öküz ve kurdun nesli tükenmiştir.
Kuş türleri de oldukça boldur. Orman tavuğu, ağaç kakan, keklik ve su kuşları bunlar arasındadır. Kartallara, kuğu kuşlarına ve yırtıcı kuşlara yüksek tepelerde rastlanır. Kızılca, karga ve kuzgun da bulunur. Orman tavuğuna ise kar sınırında rastlanır. Göl ve akarsuları ise, alabalık ve diğer tür balıklarla doludur.
Dağlarda çeşitli geçitler mevcuttur. Eskiden kullanılan geçitlerin yanında Montegnevre Geçidi (1854 m), Mont Cenis Geçidi (2082 m), Küçük St. Bernard Geçidi (2188 m), Büyük St. Bernard Geçidi (2472 m), Orta İsviçre’de Simplon (2008 m) ve St. Gotthard (2112 m) geçitleri vardır. Nisbeten doğuda ise İtalya’yı Avusturya’ya birleştiren Brenner (1370 m) geçidi mevcuttur. Bütün bunlara yaklaşık 50’den daha fazla geçidi de ilave etmek gerekir.
Daha sonra yapılan yol, köprü, tünel ve geçitlerle Fransa ve İtalya birbirine bağlanmıştır. 1965’te tamamlanan 11,6 kilometrelik Mont Blanc tüneli, dünyanın en uzun otomobil tünelidir.
Alplerde önemli bir endüstri yoktur. Madencilik önemli sayılmaz. Kuzeybatı Yugoslavya’da civa ve bazı yerlerde kurşun çıkarılır. Bazı yerlerde kaya tuzu oldukça fazladır. Demir, bakır, çinko, altın, gümüş ve kömür ise, sınırlı mikdarda bulunur. Nisbeten çok olan akarsular, hidroelektrik enerji elde etmede kullanılır. Yayla kısımlarda tahıl ve patates yetiştirilir. Hayvan ve ilgili mamüller nisbeten dağlık bölgelerden üretilip elde edilir. Özellikle İsviçre peyniri meşhurdur. Ahşap oymacılığı, saat imalatı ve mükemmel harita baskıcılığı da mühim yer tutar. Önemli başka bir endüstri kolu da turizmdir. Manzara ve sağlıklı iklim, turistleri çeken bir unsurdur. Alçak vadiler, karlı tepelerden gelen rüzgar tarafından serinletilir.
İsviçre, milletlerarası bir oyun sahası olarak kış sporlarının merkezidir. Dağcılık da buralar için çekiciliği olan ayrı bir spordur.
Alparslan Türkeş kimdir? Alparslan Türkeş’in hayatı, fikirleri ve kariyeri!
Türk devlet ve siyaset adamı. Asıl adı, Hüseyin Feyzullah’dır. Türkeş’in ataları Kayserilidir. Büyük dedesi Arif Ağa, Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyünden göç ederek Kıbrıs’a yerleşti. Alparslan Türkeş de Kıbrıs’da 1917 yılında dünyaya geldi.
Türkeş, ilk ve orta öğrenimini Lefkoşe’de yaptı. İngiliz işgal idaresi altında duyduğu vatan ve hürriyet hasreti ile ailece Türkiye’ye göç edip, İstanbul’a yerleşti.
Küçük yaşlarından itibaren askerlik mesleğine gönül veren Türkeş, 1933’te Kuleli Askeri Lisesine girdi ve 1936’da başarı ile mezun oldu; Harp Okuluna geçdi. 1938 yılında Harp Okulunu bitirerek, Piyade Asteğmeni rütbesiyle, Piyade Atış Okuluna girdi. 1939 yılında teğmen rütbesiyle ordu saflarına katıldı. Orduda hizmetleriyle muntazam terfi aldı. Harp akademisi imtihanlarını kazanarak, başarılı bir öğretimden sonra Kurmay subay oldu.
1948’de Genel Kurmaylıkça açılan imtihanlarda muvaffakiyet göstererek Amerika’ya tahsile gönderildi. Orada Amerikan Piyade Okulu ve Amerikan Harp Akademisi tahsilini iyi derece ile bitirdi.
1955’te Kurmay Binbaşı olan Türkeş, Amerika’da Washington’da bulunan “Daimi Grup” nezdinde, Türk Genel Kurmayı’nın temsil hey’eti üyeliğine getirildi; 1957 yılı sonuna kadar bu vazifeyi başarı ile ifa etti.
Türkeş bu süre içinde “University of America” (Amerikan Üniversitesi)’ne devam etti ve “İnternational Economic” öğrenimi gördü. Yurda dönen Türkeş, 1959’da Almanya’ya Atom ve Nükleer Okulu’na gönderilerek, bu okulu da başarı ile bitirdi. 27 Mayıs 1960 tarihine kadar Avrupa’da çeşitli NATO toplantılarında ve askeri manevralarında Türk Genel Kurmayı temsilcisi olarak bulundu.
27 Mayıs 1960 ihtilalinde aktif rol oynayan Alparslan Türkeş, ihtilal hükümetinde Başbakanlık müsteşarlığı yaptı. Daha sonra “Milli Birlik Komitesi”nde çıkan ihtilaflar üzerine emekliye ayrılarak Türkiye’nin Hindistan büyükelçiliğine müşavir olarak tayin edildi. 1963’te tekrar yurda döndü.
1965’de CKMP’den Ankara milletvekili seçilen Alparslan Türkeş, 1969’da partinin adının Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirilmesinden sonra, parti genelbaşkanı olarak aynı yıl Adana milletvekili oldu. 1980 Eylülü’ne kadar parlamenterliğini devam ettirdi.
Kendisini seven gençlik ve parti mensuplarınca “Başbuğ” ünvanıyla anılmaya başlanan Türkeş, görüşlerini ve fikirlerini “Dokuz ışık doktrini” adını verdiği; “Milliyetçilik, ahlakçılık, ilimcilik, toplumculuk, hürriyetçilik, gelişmecilik ve halkçılık” adı altında topladı. 12 Eylül 1980 tarihine kadar 1975’de dörtlü sonra üçlü koalisyon hükümetlerinde (I. ve II. Milliyetçi Cephe hükümetlerinde) başbakan yardımcılığı görevlerinde bulundu.
12 Eylül 1980 harekatından sonra tutuklandı. Yargılama sonucu 11 yıl hüküm giymesiyle sonuçlandı. Ankara Sıkıyönetim mahkemesi tutuklu kaldığı süreleri dikkate alarak salıverilmesine karar verdi. Askeri Yargıtayda temyiz edilerek beratına karar verildi. Eski siyasetçilere siyaset yasağının 6 Eylül 1987’deki halkoylamasıyla kaldırılmasından sonra Milliyetçi Çalışma Partisi’ne (MÇP’ye) girdi ve genel başkanlığa seçildi. Alparslan Türkeş 20 Ekim 1991’de yapılan milletvekili erken genel seçimlerine partisinden istifa ederek, Refah Partisi listesinden (RP) bağımsız Yozgat milletvekili aday adayı olarak seçimleri katıldı. Milletvekili seçilerek Büyük Millet Meclisine girdi. Daha sonra 19 milletvekili arkadaşı ile Refah Partisinden ayrıldı. Daha sonra Milliyetçi Çalışma Partisine geçerek Genel Başkan oldu.
Tuğrul, Ahmet, Ayzıt, Umay, Selcen, Çağrı ve Ayyüce isminde altı çocuğu olan Türkeş’in yirmiye yakın basılı eseri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: Dokuz Işık, 1944 Milliyetçilik Olayı, Türkiye’nin Meseleleri, Yeni Ufuklara Doğru, 27 Mayıs, 13 Kasım, 21 Mayıs ve Gerçekler, Temel Görüşler.
Sultan Alparslan kimdir? Sultan Alpraslan hayatı ve tarihi!
Selçuklu Devleti hükümdarı, Türk milletinin en büyük kahramanlarından. Selçuklu Devletinin kurulmasında önemli rolü olan Horasan valisi Çağrı Beyin oğludur. 20 Ocak 1029’da doğdu. İyi bir tahsil gördü, sayısız zafer kazanarak mertliği ve iyi kumandanlığı ile ün saldı. Babasının ölümünden sonra Horasan valisi oldu. Amcası Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063’te öldüğü zaman vasiyeti üzerine Selçuklu tahtına Alparslan’ın ağabeyi Süleyman getirildi, fakat Türk beyleri buna itirazda bulundular ve Alparslan’ı hükümdar tanıdılar.
Alparslan 27 Nisan 1064’te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcasının vezirliğini yapan ve Süleyman’ın tahta çıkmasını isteyen Amidülmülk Kündiri’yi azledip, büyük bir devlet adamı olarak tarihe adı geçen Nizamülmülk’ü vezir tayin etti. Başına buyruk beylerle mücadeleye girişen Alparslan, hepsini bir bayrak altına toplamayı başardı. Böylece Selçuklu Devleti kuvvetlendi.
1064 yılının sonuna doğru Alparslan, Bizans İmparatorluğu’nun üzerine yürüdü. Gürcistan’ı zaptetti. İsyan eden kardeşi Kavurd’u itaate zorladı. 1065’te Amuderya ırmağını geçti, o bölgedeki hükümdarla anlaştı. Alparslan’ın beyleri, Anadolu’da akınlar yapıp sayısız zafer kazandılar. Selçuklu Sultanının gittikçe kuvvetlenmesi Bizans İmparatorluğu’nu telaşlandırdı. İmparator Romanos Diyojenes ordusunu toplayıp sefere çıktı. Palu’ya geldiğinde Malatya’da bıraktığı ordusunun Türkler tarafından perişan edildiği haberini aldı. Geri dönmeye mecbur kaldı.
1070 yılında Alparslan, Horasan ve Irak ordularının başında Azerbaycan’a girdi, sınırdaki kaleleri fethetti. Van gölünün kuzeyinden geçerek Malazgirt önüne vardı, kale teslim oldu. Diyarbekir’den Elcezire’ye girdi, Urfa’yı kuşattı. Mısır’da birbirleriyle mücadele eden Fatımi komutanları, Alparslan’ı Mısır’ı almaya teşvik ediyorlardı. 1071 yılında Selçuklu ordusu Halep’te toplandı.
Alparslan’ın Mısır Seferine çıktığını öğrenen Bizans İmparatoru Diyojenes son bir hamle yapmayı düşündü. Azerbaycan’a kadar giderek Türk kalelerini zapta ve Türkleri Anadolu’dan atmaya karar verdi. Rumeli’de yaşayan Peçenek ve Oğuz Türklerini de ordusuna kattı. 13 Mart 1071’de 200.000 kişilik Bizans ordusu İstanbul’dan yola çıktı. İmparator, halkına büyük zaferle dönmeyi vad etmişti. Diyojenes ve ordusu yol boyunca katliam yaparak Erzurum yoluyla Malazgirt’e ulaştı. Haleb’i teslim aldığı sırada Bizans ordusunun gelmekte olduğunu öğrenen Alparslan, Mısır Seferinden vazgeçip kuzeye doğru yola çıktı. Bizans ordusunun harekatını günü gününe haber alarak, vaziyetini ona göre ayarladı. Musul, Rakka, Urfa yoluyla Diyarbekir ve Bitlis’e ulaştı. Ordusundan on bin kişilik bir kuvvet ayırıp Ahlat’a gönderdi. Bizans kuvvetleri ile ilk çarpışma Ahlat’ta oldu. Bizanslılar bozuldu. Buna iyice kızan imparator, Malazgirt Kalesine hücum edip, içerde yaşayan kadın-çocuk, ihtiyar ne varsa hepsini öldürdü. Malazgirt’e doğru devamlı yol alan Alparslan 24 Ağustos günü Malazgirt’in doğusundaki Rahva Ovasına ulaştı. Ahlat’a gönderilen kuvvetlerin gelmesi ile kısa bir zamanda karşısına çıkmasına şaşıran Bizans İmparatoru da, ordusunu Rahva Ovasının öbür tarafında düzene koydu. Anlaşma tekliflerinin reddetilmesi üzerine savaş hazırlıkları başladı.
26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan atından inerek secdeye vardı ve; “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Sonra atına binerek askerlerine döndü ve; “Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.”
Bu sözler orduyu coşturdu. Büyük şevkle ileri atıldılar. Alparslan son derece kurnazca bir harp taktiği planlamıştı. Hilal şeklinde yaydığı ordusuyla akşama kadar Malazgirt meydanında dövüştü. Şaşkına dönen Bizans ordusu, hilalin içine düştü. 200.000 kişilik koca ordu perişan oldu. İmparator esir edildi (Bkz. Malazgirt Meydan Muharebesi).
Sultan Alparslan savaştan sonra huzuruna getirilen imparatoru, hiç ümid etmediği şekilde affetti. Bizans imparatorunun harp tazminatı ödemesi, her yıl haraç ve ihtiyac halinde Selçuklu ordusuna asker göndermesi karşılığında barış andlaşması yapıldı. Fakat Diyojenes, İstanbul’a geri dönerken, Bizas tahtının el değiştirmesi, andlaşmayı geçersiz kıldı. Alparslan da, Selçuklu şehzadelerini Anadolu’yu fetihle görevlendirdi. Türkler, kısa zamanda Anadolu’ya hakim oldular.
Sultan Alparslan, Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehr’e doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, batıni sapık fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Hain Yusuf, Alparslan’ın huzuruna çıkarıldığı sırada Sultan’a hücum edip, hançer ile yaraladı. Yusuf’u derhal öldürdüler. Fakat Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı. Dördüncü günü, 25 Ekim 1072 tarihinde; “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!…” diyerek şehid oldu. Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Yerine oğlu Melikşah geçti.
Sultan Alparslan saltanatı müddetince İslam dinine hizmet etti. İslamiyet’i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve batıni, şii hareketlerine karşı çok hassastı. Hatta bir defasında; “Kaç defa söyledim. Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı.” demişti.
Alparslan, büyük tarihi zaferlerinin yanısıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama te’sisleri vücuda getirmek suretiyle de hizmetler yaptı. İmam-ı a’zam’ın türbesini, Harezm Camii’ni ve Şadyah kalesi gibi pek çok eser inşa ettirdi. Zamanında; İmam-ı Gazali, İmam-ül-Haremeyn Cüveyni, Ebu İshak eş-Şirazi, Abdülkerim Kuşeyri, İmam-ı Serahsi gibi büyük alimler yetişmişti
Alpaka ne demek? Alpaka anlamı nedir?
Alm. Paco, Fr. Alpago, alpaca, İng. Alpaca. Familyası: Devegiller (Camelidae). Yaşadığı yerler: Peru, Bolivya, And Dağları ve dolayları. Özellikleri: Deveden küçüktür. Tüyleri çok uzun ve yün gibidir. Ömrü: 40-50 sene. Çeşitleri: Evcil ve yabanileri vardır.
Devegiller ailesinin “Lama” cinsinden bir memeli türü. Lamadan daha ufak olup, biraz daha koyu renklidir. Pako da denir. Omuz yüksekliği bir metre kadardır. Sarımtrak, ipeğimsi yününün tüyleri 60 cm kadar uzunlukta olup yere değecek kadar sarkarlar. Yünü çok kıymetli olup dokumacılıkta kullanılır. Yününden yapılan kumaşa da “alpaka” denir.
Alpakanın; Peru, Bolivya, Arjantin ve Şili’nin dağ ve çayırlarında yabani yaşayan “Guanako”dan evcilleştirildiği tahmin edilmektedir. Alpakalar, And Dağlarının yükseklerinde yaygındır. Daha alçak bölgelerde yaşayanlar zayıf yapılı ve az tüylü olurlar. Peru ve Bolivya’da çeşitli renkte alpakalar yetiştirilir. Kara alpakaları gür tüylü olduklarından makbuldür. Çimenli yumuşak nemli toprakları tercih ederler. Su birikintilerinde yürümekten zevk alırlar. Ayakları neme karşı çok hassastır. Nemsiz topraklar, alpakalarda çeşitli ayak hastalıklarına sebep olurlar. Her zaman gübresini ayrı bir yere yığın yapar. Yığın yeteri kadar yükselince, yanıbaşına yeni bir yığın yapar. Hintliler, gübresini tezek olarak kullanırlar.
Develer gibi göğüs ve ayakları üzerine oturarak dinlenirler. Dinlenme esnasında hülyaya dalmış gibi geviş getirirler. Devegillerin diğer türleri gibi boynuzsuz, safra kesesiz ve midesi üç gözlüdür. Devegillerde midenin “kırkbayır” bölümü bulunmaz. Çiftleşme mevsiminde erkekler birbirleriyle şiddetli bir şekilde döğüşür. Dişi 10-11,5 ay sonra bir yavru doğurur. Güney Amerika’da, eti ve yünü için evcil sürüler halinde çok sayıda beslenir. 7 yaşını geçen alpakalar, genellikle kesilip yenirler. İnkalar tarafından da Güney Amerika’da beslenmişlerdir.
Alp tigin kimdir? Alp tigin hayatı ve tarihi!
Gazneli Devletinin kurucusu. Samanoğulları Devletinin hizmetindeyken orduda en küçük dereceden başlayarak Hassa ordusu kumandanlığına ve hacibü’l-hüccablığa kadar yükseldi. Abdülmelik’in hükümdarlığı esnasında fiilen idareyi eline aldı. Vezirliğe Ebu Ali el-Bel’ami’yi tayin ettirdi. Fakat vezir, tamamen Alp Tigin’in tesiri altında kaldığından ondan kurtulmak için Horasan valiliğine gönderilmesini sağladı (961). Abdülmelik’in ölümü üzerine çocuk yaştaki kardeşi Mansur hükümdar oldu. Bunun iktidara getirilmesini Alp Tigin istememişti. Bu sebepten Belh şehrine çekildi. Burada Samaniler tarafından üzerine gönderilen orduyu yenerek Gazne’ye gitti (962). Gazne’deki yerli hanedanlığı devirerek müstakil bir devlet kurdu. Ölümü hakkında kesin bir tarih yoksa da bazıları 963 de öldüğünü kabul ederler. Vefatından sonra yardımcısı ve damadı olan Sebüktekin, yerine geçti. Bunun oğlu meşhur Mahmud Sebüktekin zamanında, Gazne Devleti en parlak devrini yaşamıştır.
Alp ne demek? Alp anlamı nedir? Kime alp denir?
Yiğit, kahraman, cesur ve bahadır anlamlarında Türklerde kullanılan bir ünvan. Bu kelimeye Orhun Kitabelerinde, Uygur alfabesinde, Kutadgu Bilig’te ve Divanü Lügatü’t-Türk’te; Alp tigin, Alp-tuğrul, Alp-Kutluğ, Alp-Er Tunga ve Alp-Tulug Öge gibi pekçok şekillerde rastlanmaktadır.
Alp kelimesini Gazneliler devrinden itibaren müslüman emirlerin ve hükümdarların da kullandıkları görülmektedir. Gazneliler Devletinin kurucusu Alp Tegin, Büyük Selçuklu hükümdarı Alp Arslan, Karahanlı emirlerinden Alp-er Han, Anadolu Selçukluları Devletinde Mahmut Alp ve Nuh Alp bunların en tanınmışlarıdır. Osmanlılarda ise Ertuğrul Gazinin oğlu Gündüz Alp dikkati çekmektedir.
Türklerin İslamiyeti kabulü ile İslamın gaza inancı ve Türklerin Alplik ruhu cihad yolunda birleşerek kaynaşmıştır. Nitekim bundan sonra cihad eden müslüman Türklere Alp Gazi ve Alperenler denilmeye başlanmıştır.
Mücahid dervişler de denilen bu Alperenler, Osmanlı Devletinin kuruluşunda ve genişlemesinde büyük rol oynamışlardır. Bunlar daha ziyade devletin sınırlarında ve uç bölgelerinde yaşamışlar, buradaki gayri müslim unsurlarla temasa geçerek İslamiyetin yayılmasında etkili olmuşlardır. Devlet sınırları genişledikçe Alperenler de uçlara doğru kaymaya devam etmiştir.
Aşıkpaşazade’nin Alplerin adab ve levazımından bahsettiği 64 beytlik bir şiirinin baş kısmı şu şekildedir.
Kani ol kim ister alplik adını,
Almak ister düşmeninden dadını.
Düşmeni kahreyleyip basmak diler,
Başını at yanına asmak diler.
Gelsün işitsün ki alplik nicedür,
Alplerin sermayesi gör kim nedür?
Eydeyim bir bir sana ahvalini,
Kim bilesin Alp erenler halini.
Bu güzel parçaya göre alplere dokuz şey gerekir. Muhkem yürek, bazu kuvveti, gayret, iyi bir at, hususi libas, yay, iyi bir kılıç, süngü ve yar-ı muvafık (sadık ve uygun dost).
Alonj ne demek? Alonj anlamı nedir?
Alm. Allonge (f), Fr. Allonge, İng. Allonge. Bono, çek veya poliçeye, arkalarında işlem yapmak için yer kalmadığında yapılması gereken diğer işlemler için eklenen kağıt. Hukuki olarak, “alonj” üzerine yapılacak işlemler, senet üzerine yapılan işlemler ile aynı hükümlere tabidir. Herhangi bir sözleşme yahut benzeri belgeler üzerinde işlem yapmak maksadıyla eklenen belgeler de alonj niteliğindedir.