Ahidname nedir? Ahidname ne demek? Ahidname neden verilir?

Kuvvet, kudret sahibi bir hükümdar tarafından diğer kabile, devlet veya devletlere bazı haklar tanımak ve karşılıklı hakları garanti altına almak için tek taraflı hazırlanan belge.

İslamiyetin ilk zamanlarında Müslümanlar Medine-i münevvereye hakim olunca, Resulullah sallalahü aleyhi ve sellem kabilelere ahidnameler verdiler. Resulullah efendimizin Hıristiyan ve Yahudilere verdikleri ahidnameler meşhurdur. Hazret-i Ebu Bekr ve hazret-i Ömer de ahidnameler vermişlerdir. Hazret-i Ebu Bekr kumandanlarından Halid bin Velid’e gönderdiği ahidnamesinde; “Ey Halid! Gizli ve açık her işinde Allahü tealadan kork. O’nun emirlerini yerine getirmekte büyük gayret göster. Allahü tealadan vazgeçip, O’ndan başkasına yönelenlerle ve İslamdan dalalete, cehalete ve şeytanın isteklerine dönenlerle cihat et. Hangi ırktan olursa olsun, İslamiyeti kabul edenin bu icabetini kabul et. Gerek iyilikle gerekse kılıçla, İslama davet olunan kimseye adaletle muamelede bulun. Allahü tealaya imana davet olunan kimse bu daveti kabul ederse ona asla zarar verme.” buyurmuştur. Yine hazret-i Ömer, Kudüs ahalisine yazdığı ahidanesinde; varlıkları, hayatları, kilise, havra ve manastırları hakkında onlara teminat vermiştir. Daha sonra kurulan İslam devletlerinde de ahidnameler verildiği ve ahdedilen şeye, her türlü kötü şartlara rağmen, riayet edildiği görülmektedir.

Osmanlı sultanları da devletin kuruluşunun hemen başlarından itibaren çeşitli devlet ve topluluklara ahidnameler vermişlerdir. Osmanlı sultanları, ahidnamelerini iki nüsha olarak yazdırırlardı. Nüshaların biri Türkçe diğeri de taraf devletin dili ile olurdu. Osmanlı ahidnameleri umumiyetle ferman ve name-i hümayunlarda olduğu gibi, dokuz bölümden meydana gelirdi:

1)Tuğra. 2) Unvan, padişahın unvanını bildiren cümleler. Umumiyetle bu cümleler “nişan-ı alişan” veya “nişan-ı hümayun-i alişan…” ifadeleri ile başlardı. 3) Elkab; ahidname gönderilen kimsenin lakabı. 4)Dua; muhataba dua cümlesi. 5) Nakil ve iblağ, söz konusu olan meselenin evveliyatı ve yeni durumu ile ilgili ve bildirilmek istenen hususların izah edildiği cümleler. 6)Emir ve hüküm; karşı tarafa netice olarak bildirilen ilgili hükümler. 7) Tekid; hükümlerin yemin ile karşı tarafa bildirilmesi. 8)Hatime; bitirme cümleleri. 9) Tarih ve yer; ahidnamenin yazıldığı yer ve tarih kaydını bildiren son cümleler. Ahidnamelerin tekid kısmında yemin bulunuyorsa da bu şartlı yemin şeklindedir. Yani karşı tarafa gönderilen şartlara uyulduğu müddetçe hiçbir müdahale görmeyecek, aksi taktirde (ahdi bozduğunda) verilen söz yerine getirilmeyecek ve gerektiği zaman müdahale edilecektir.

Ahidnameler Amedi Kaleminde hazırlanarak tuğra çektirilirdi. Bir nüshası  elde, diğeri ise karşı devlet nezdinde bulundurulur, resmi sicillerle tescil olunarak ayrıca, bir sureti ahidname defterlerine yazılarak, muhafaza olunurdu.

Herhangi bir sefer yani harp dolayısıyla veziriazam serdar-ı ekremlik (baş kumandanlık) vazifesiyle cepheye  hareket ederken, adet olduğu üzere, bütün ilgili ahidnameler beraberinde götürülür ve lüzumu halinde bunlara bizzat müracaat olunarak; askeri, siyasi veya iki devleti ilgilendiren ve ahidnamelerle tesbit olunan konular ışığında hareket edilerek meseleler çözüme bağlanırdı.

1768 senesinde açılan seferde, sadrazamın reisülküttaba yazdığı bir emir gereğince, ahidnamelerin birer sureti adet olmadığı halde, ilk defa yazdırılıp İstanbul’da bırakıldı ve asıl ahidnamenin bulunduğu defterler ordu ile beraber götürüldü.

Ahidnamelerde devletlerarası ticari, siyasi, askeri ve harb hukuku ile ilgili mühim meseleler ile başta diplomatik kaideler, diplomasi hukuku ve devletlerarası hukuk sahalarında misli görülmemiş medeni davranışların parlak ve pek şanlı misalleri ortaya konulmuştur. Ahdnameler, Osmanlı adaletinin bütün insanlığa medeniyet ve hukuk sahasındaki başarılarının eşsiz nümuneleri olarak ışık tutmaktadır. Ahidnameler, milli arşivlerimizde ve bazı Avrupa arşivlerinde muhafaza edilmekte ve ilmi tedkiklere açık tutulmaktadır. Bir kısmı ise matbu veya el yazması halindeki Münşeat, Mücahedat ve Mukavelat mecmualarında bulunmaktadır.

Deste gül ne demek? Deste gül ne anlama gelir?

Farsça, gül destesi demektir. Kollu salta ile uzun cübbeye deste gül denir. Mevlevî dervişleri, bunu, hücrede giyerlerdi. Âyin sırasındaki giysileri tennure olup, bellerine elifî nemed denilen bir kemer sararlardı. Bektaşîlerin destegül dedikleri üstlük, Hayderîden uzun, cübbeden daha kısa ve kolsuzdu. Mevlevî destegülü, uzun kollu, belde biten bir tür Hayderiyye idi. Tennure üstüne de giyilirdi.

Dem ne demek? Dem anlamı nedir?

Farsça, soluk veya zaman manasınadır. Tasavvufta, sûfinin geçmiş ve gelecek endişesinden kurtularak içinde bulunduğu ânı yaşaması esastır. Bu hâli elde etmiş kişi, ibnu’l-Vakt adıyla anılır ve sürekli Allah’la beraberdir yani “ihsan” derecesine ulaşmıştır. Yine sûfilerde zaman, iki olay arasındaki zihnî mukayeseden ortaya çıkan mücerred ve zihnî bir mefhumdur. Nitekim, mekân da, kevn (oluş)’e uyar. Bir şey varlıkta ortaya çıkmadıkça, en, boy, yükseklik gibi mekanı belirleyen alanda bulunmaz. Zamanın gerçeği, sürekli yaşamakta olduğumuz “an” dır. Ân’larm sürekliliği ile, zaman mefhumu meydana gelir. Bu bakımdan akıp giden bu ân’a, “ân-ı dâim” denir. Bütün varlıklar, kâinat, her an gayben ayn’a, ayn’dan gaybe gitmektedir. Yaratılış bu yüzden daimidir. Ve bir an önceki âlem, bir sonraki âlemin aynısı değildir. Sûfi, her ân ne âlemde ise, ona göre, o anda tahakkuk eden âlem odur. Suretler geçer, hakikatler bakî kalır. Bu inanç sufîlerce, “dem bu dem, saat bu saat” atasözüyle belirtilir. Mevlevî gülbanginin son kısmında “dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrizî, Kerem-i İmam Alî, Hû diyelim” dendikten sonra, herkes baş keserek “Hû” der. Bundan maksat; zamanın gerçekte Mevlânâ’nın zamanı, zamana hâkim olan sırrın, Şems’in sırrı, kerem ve ihsanın Hz. Ali’nin keremi ve ihsanı olduğunu belirtmek, Allah’ın isimlerinden “Hû” demekle de, Bakî olan değişmeyen gerçek varlığın, ancak Allah olup şe’nleri (şuûn) değişse bile, gerçeğin değişmediğini anlatmaktır.

Yemeğin pişip tam kıvamını bulması için, hafif ateşte bir süre bırakılmasına da, demlemek, demlenmek denir: Pilav demini aldı, çayı demledik vs. gibi. Bozulmuş tasavvuf okullarında, rakıya dem adı verilir. Bu gibi uyduruk tasavvuf? akımlar İslâm’ın özüne alabildiğine uzaktır.

Şeyhin, ölü kalbe hayat veren soluğuna da, dem adı verilir. Bu da, şeyhin müridine teveccüh ettiği sırada vuku bulur.

Dellal ne demek? Dellal anlamı nedir?

Arapça, tellal, simsar gibi mânâları ihtiva eder. İnsanları birbirine sevdirmek ve kaynaştırmakla görevli, aşk ve muhabbet tellâlından bahsedilir. Bu ifade, Türkçe argodaki şekliyle, fahişe kadınları müşterilere pazarlayan deyyus kişi anlamında kullanılır. Tâbir, tasavvuf? anlamda manevî bir yücelik sahibi iken, günümüzde bir tür kimlik erozyonuna maruz kalarak, tamamen farklı bir anlama bürünmüştür.

Delk ne demek? Delk anlamı nedir?

Farsça, yamalı dilenci hırkası veya eski elbise manasınadır. Maddi durumu iyi olmayan dervişler ve melâmet yoluna yönelmiş bulunan kişiler tarafından giyilen, yünden mamul, adî bir elbise. Tasavvufta, Ashab-ı Suffe ve onların durumu önem arzeder. Sûfiler, Ashab-ı Kiramın fakir tabakasını oluşturan bu garipleri, kendileri için fakr örneği telakki etmişler, onlar gibi, eski giyinmişler, az yemişler, az uyumuşlar, ilimle meşgul olup, müslümanlara hizmet etmişlerdir.

Deli ne demek? Deli anlamı nedir?

Arapça, yol gösteren, kılavuz, rehber, işaret, iz vs. gibi mânâları ihtiva eder. Tasavvufta, delil olarak şeyh terimi kullanılır. Zira o, dervişi, Allah yoluna sevkedip, Allah’a vasıl eden kişidir. Akşemseddin’in tabiriyle, şeyh; kulu Allah’a, Allah’ı da kula sevdiren kişidir. Bektaşîlerde delil, rehber manasında kullanılır. Dergâhın meydan ve diğer yerlerindeki mumlar, bir mum vasıtası ile yakılır ve bu muma, delil denilirdi. Özellikle cemlerdeki mumları yakmaya yarayan bu mum, ince, içinde fitili bulunan ve yumak şeklinde sarılı olan bir ucu dışarı çıkarılmış vaziyette kullanılırdı.

Hacca vardım der isen

Kande vardın hacca sen?

Kılavuzsuz kuş uçmaz,

Bunca dağ u dereden.

Kaygusuz Abdal

Deli ne demek? Deli anlamı nedir?

Aklı yitik kimseler için kullanılan bir kelime. Tasavvufi planda Allah’ın zât tecellisine maruz kalmış, bir şeyhe de bağlı olmadığı için, o tecellinin yüküne tahammül edemeyen kişilerde meydana gelen meczûbluk hâlidir. Akşemseddin, şeyhin lüzumunu anlatırken, şeyhsiz yola çıkanın, kendi başına çektiği zikirler sonucu, böyle bir hal ile karşılaşabileceğini söyler. Bu gibi kimselerde, zât tecellîsi ile akıl nuru yanmış bu nedenle kendilerinden teklîf kalkmıştır, denilir. Bu husus, “Sol tarafında kiramen kâtibîn yok” yahut “Dîvânerâ kalem nîst” (yani, deliye kalem yoktur), “delinin sözü kaleme alınmaz”, “delinin sözü kaleme gelmez” gibi ifâdelerle açıklanır. Gerçek mânâda meczûbluk durumunda olanlarla, bu işin sahtekârlarını açıklamak üzere şu şiir yazılmıştır:

Seyfullah sözünde mesttir,

Pirinden aldığı desttir,

Dîvânerâ kalem nîsttir,

Ne söylerse kınar olma.

Nizamoğlu Seyyid Seyfullah

Yalnız burada şunu ifade etmek gerekir ki, bizim burada ele aldığımız deli tabiri, akıl nimetini sürekli kaybetmiş kişiler içindir.

Meselâ kendinden sekr ile geçmiş, hâl gereği gaybete geçici bir süre dalmış bir Bâyezid-i Bistâmî, bir Şems-i Tebrizî, bir Mevlânâ veya bir Hallaç için kullanılmaz, islâm Tasavvufunda, fenadan sonraki beka önemlidir. Yani, ayıklık hali önde tutulur, aksi halde, sürekli maneviyat sarhoşluğu içinde bulunan kimseden hizmet ehli olmaz. Böylelerinin, Allah’ın kullarına hizmet etmesi söz konusu değildir. Mutasavvıflar, “Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” hadîsini ve “eğer siz Allah’a (dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder” (Muhammed/7) âyetini kendilerine şiar edinmişlerdir: Deli olmayınca veli olunmaz: Veliler, akl-ı ma’ada yükselmiştir. Böyle, akl-ı ma’ad ile yaşayanlar, günlük akl-ı ma’aşla hayat sürdürenler tarafından, gerek söz, gerekse fiil olarak anlaşılamazlar. İşte, bu yüzden başta deli olmak üzere onlara çeşitli ithamlarda bulunurlar. İşte halka göre deli olan kişi Hakk nazarında velidir. “Al deliden uslu haber”: Bu atasözü de aklı, az meczubların sözlerinde bile hikmet bulunabileceğini ifade eder.

“Deliden veli, veliden deli olur”: Bu atasözüyle de deli sanılan bazı kişilerin veli, veli sanılan kişilerin bazılarının da deli olabileceği anlatılır.

Delail ne demek? Delail anlamı nedir?

Arapça, delil kelimesinin çoğulu, yol gösteren, delil, kılavuz, işaret, burhan, bir davayı ispata yarayan şey vs. gibi mânâları ihtiva eder. Şeyh Süleyman Cezûlî (öl. 870/1465) tarafından yazılmış bir salâvat kitabıdır. Kitabın adı “Delâilü’ş-Şerif” yahut “Delâilü’l-Hayrat” olarak meşhurdur. Bu kitap, tasavvuf yolunda merhale almış kişilere, ders olarak verilir. İçinde 128 salavât vardır. Tasavvufta şeyh veya mürşide “delil” denir.

Dehşet ne demek? Dehşet anlamı nedir?

Arapça, gaflet, hayret veya dalgınlıktan aklın gitmesi, o hal üzere devam etmesi mânâsına gelir. Sufiyye’ye göre dehşet; Habibin (yani Allah’ın) heybetinden dolayı, muhibbi (yani sufi’yi) etki altına alan bir kuvvettir. Bu, kulu etkisi altına alan havf ve recâ halidir. Üzerindeki bu güçten dolayı kul, tıpkı baygın bir insan haline gelir. Dehşetten sonra kula sekîne denen bir hal gelir ki, bu halde, sıkıntı gitmiş mutluluk gelmiştir. Kul, aklını esir alarak ona hakim olan bu makamda, hayrettedir.