Üzerindeki farz olan oruç borcunu tutmadan önce ölen kimsenin hükmü nedir?

Bir kimse Ramazandan veya başka bir oruçtan üzerindeki farz olan oruç borcunu tutmadan önce öldüğü zaman ya hastalık, yolculuk ve acizlik gibi hiçbir mazereti olmaksızın borcunu eda edebilme imkanına kavuştuktan sonra ölmüştür veya böyle bir imkanı bulamadan ölmüştür.

Eğer oruç tutma imkanına sahip olmuş ve edasına mani bir mazeretle karşılaşmadan vefat etmişse bu oruç ya onun adak yoluyla kendi kendisine vacip kıldığı oruçtur veya Ramazanın kazası ve keffareti gibi şeriatın aslında vacip (farz) olan bir oruçtur.

Şayet üzerinde borç olarak kalan oruç, adak orucu ise velisi (yakınları) müstehap olarak bunu tutabilirler. Arkasında bir mal bırakmışsa onun namına oruç tutulması vacip olur. Adamak suretiyle vacip olan şeylerin hepsi ölünün adına terekesinden yerine getirilir. Çünkü adamakla vacip olan şeyler aslen vacip olan şeylerden mertebece daha aşağı ve daha hafif oldukları için onlarda niyabet (ve vekalet) caizdir. (Fakat aslen vacip olan şeylerde niyabet ve vekalet caiz değildir. Çeviren) Aslen vacip olan bir şey ise mesela bir kimse oruç borçlusu iken sağlığına kavuşsa ve borcunu tutmadan ölürse onun namına borçlu olduğu gün sayısınca fakirin doyurulması vacip olur. Şeyh Takıyyuddin’e göre onun namına oruç tutulsa da yeterli olur veya bunun kaynağı daha kuvvetlidir.

İkincisi Ramazan içinde hastalanması, bu hastalık sebebiyle orucunu bozması ve bu esnada ölmesi veya uzun bir süre sonra da olsa ölünceye kadar hastalığının devam etmesidir. Bu durumda kendisinin bir ihmali olmadığı için ölünce de onun için oruç fidyesi ödenmesi gerekmez. Çünkü orucu ancak mazeretli olduğu için terketmiştir. Borçlu olduğu oruç keffaret orucu ise hüküm yine aynıdır. (Yani özür sebebiyle ölmeden önce tutamadığı keffaret zimmetten düşer. Çeviren) Vakti belirlenmiş adak orucu ise ve vaktinden önce ölmüşse  mesela zilhicce ayının on gününde oruç tutmayı adasa da Zilkade ayında ölmüş olsa ona hiçbir şey gerekmez, vacipliğin kesinleşeceği zamana ulaşamadığı için kaza edilmez (bu adak onun ölümünden sonra yerine getirilmez.) Şayet adağın vaktini belirlememişse veya vakit olarak belirlemiş fakat ihmali yüzünden vaktinde tutmamışsa onun adına bu orucun kaza edilmesi gerekir. Bir ihmalde bulunmamış fakat oruç tutacağı vakit hastalığına veya benzeri bir mazeretine tesadüf etmişse mezhebin görüşüne göre yine kaza edilir. Çünkü vücup vaktine yetişmiştir.

Sahih olan şudur: Adakla vacip olan şeyin hükmü şeriatın aslıyla vacip olan şeyin hükmü gibidir. Mezhepteki ilk görüşten birisi budur ve mezhebin koyduğu kurala uygundur. Kural şudur: Adakla vacip olan (oruç) şeriatın aslıyla vacip olan (Ramazan orucuy)la aynı hizada yer alır. Sonunda tamamen ona dahil olur. Ondan daha kuvvetli olması ise gerçekten imkansızdır.

Bir adam Ramazan günü eşiyle cima etmek istedi ve cimadan önce bir şeyler yiyerek orucunu bozdu. Sonra da cima etti. Buna keffaret gerekir mi, gerekmez mi? Orucunu mazeretsiz bozan kimseye gereken şey nedir?

Elhamdulillah. Bu meselede alimlerin meşhur iki görüşü vardır.

Birinci görüşe göre keffaret gerekir. Bu görüş Malik, Ahmed ve Ebu Hanife gibi cumhurun (çoğunluğun) görüşüdür.

İkinci görüşe göre keffaret gerekmez. Bu da Şafiî’nin görüşüdür. Bu iki görüşün dayanağı şudur:

Keffaretin sebebi orucu veya sahih bir orucu cima ile veya cima ve diğer şeylerle bozmaktır. Hangi şeylerin orucu bozduğu konusunda mezhepler arasında farklılıklar vardır. Ebu Hanife oruç bozucu cinsten olan şeylerin en kıymetli ve en üstün olanlarını dikkate alırken Malik herhangi bir kayıt koymaksızın mutlak olarak orucu bozan şeyleri dikkate alır. Aralarındaki ihtilaf bir çakıl veya çekirdek veya benzeri bir şeyi yutmakla oruç bozulduğu zaman sözkonusudur. (Yani bunların dışındaki oruç bozucu şeylerin kasten yenilmesinde keffaretin gerekliliğinde aralarında ihtilaf yoktur. Çeviren) Ahmed’den gelen bir rivayete göre hacamatla orucu bozduğu zaman keffaret gerekir, bu da cima ile birlikte orucu bozan diğer şeyler gibidir. (Hanbeli mezhebine göre) yemek, içmek ve benzeri şeylerde keffaret yoktur (keffaret sadece cimadan dolayı gerekir.

Sonra keffaretin gerekli olması için bozulan orucun sahih bir oruç olması şart mıdır, değil midir konusunda ihtilaf ettiler. Şafiîlere ve diğerlerine göre böyle bir şart vardır. Dolayısıyla bir kimse önce yese, sonra cima etse veya niyetsiz olarak sabahlasa, sonra cima etse veya cima etse, keffaretini ödese sonra tekrar cima etse bu kişiye keffaret gerekmez. Çünkü sahih bir orucun içinde cima etmiş değildir.

Mezhebindeki zahir olan görüşünde Ahmed İbn Hanbel ve diğerleri şöyle derler: Hayır, bu ve benzeri şeylerde de keffaret gerekir. Çünkü Ramazan ayında orucu bozucu şeylerden kendisini uzak tutması gerekir. Dolayısıyla bu bir fasit oruçtur. Fasit bir ihrama benzer.

Nitekim hac için ihrama giren kimse ihramını bozduğu zaman, ihram yasaklarından kendisini uzak tutmak suretiyle ihramlılık halini sürdürmesi gerekir. Bu yasaklardan herhangi birini işlediği zaman sahih bir ihramdan dolayı kendisine ne gerekiyorsa aynı şey gerekir. Ramazan orucu kendisine vacip olan kimse de yemek veya cima veya niyetsizlik sebebiyle orucu fasit (geçersiz) olduğu halde o günün kalanında oruçlu kalması vacip olunca oruç yasaklarından kendisini uzak tutması gerekir.

(Herhangi bir sebeple orucu fasit hale gelen bir kimse) oruç yasaklarından herhangi bir şeyi yaptığı zaman sahih bir oruçta kendisine ne gerekiyorsa fasit oruçta da aynı şey gerekir. Her iki durumda da ona keffaret gerekir. Çünkü her iki durumda da Ramazan ayına bir saygısızlık var. Hatta bu durumda saygısızlık daha fazla var. Çünkü ilk olarak orucunu bozmuş olmakla günahkar olmuştur, sonunda iki defa günahkar kimse olmuştur. Dolayısıyla onun için keffaretin vacip olması daha evladır. Bu gibi şeylere keffaret vacip olmasaydı bu herkesin keffaretten kaçmasının/kurtulmasının gerekçesi olurdu ve hiç kimse keffaret ödemezdi.

Çünkü o zaman hiç kimse Ramazanda cima etmek istemez, ancak önce yemek yeme imkanını bulur, sonra cima eder. Hatta bu, onun maksadına ulaşmasında kendisine daha fazla yardımcı olur. Yani sabah kahvaltı yapmadan önce (cima ederse) keffaret gerekir, kahvaltı yaptığı zaman (cima ederlerse) keffaret gerekmez. Bu, şeriatte benzeri görülmemiş çirkin bir hüküm olur.

Günah büyüdükçe cezanın da büyüyeceği akılların ve dinlerin kabul ettiği bir gerçektir. Benzerlik arttıkça ceza da artar. Keffaret, ibadetle ukubetin (cezanın) karışımıdır ve günahları engellemek ve silmek için konulmuştur. Her ne olursa olsun sebebin kuvveti, müsebbebin de kuvvetini gerektirir.

Sonra bir şeyi yemek suretiyle orucu bozmak Ebu Hanife ve Malik’in dediği gibi keffareti gerektiren müstakil bir sebep değildir. En azından müstakil sebebin yardımcısıdır. Halbuki bu, onun hükmünü engellemektedir. Bu, şeriatın esaslarına aykırıdır. Sonra cima eden kimse çoğu defa fiili birleşmeden önce orucunu bozuyor ve bu görüşe göre bununla da kendisinden keffaret düşüyor. Bunun batıl olduğu açıktır.

Bir adam Ramazan günü hanımıyla cima ettiği ve fidye vermeye imkan bulamadığı zaman kendisinden keffaret düşer mi?

İlim adamları bu meselede ihtilaf ettiler. (Ahmed b. Hanbel’in) mezhebine göre bu durumda keffaret düşer. Çünkü Peygamber vesellem Ramazanda cima eden adama: “Bunu ailene yedir de imkan bulduğun zaman öde” demedi. Bilakis sadece “bunu ailene yedir” dedi.

İkinci görüşe göre keffaret düşmez, zimmetinde borç olarak kalır. İmkan bulduğu zaman keffaretini (fidyesini) verir. Daha sonra köle azat etmeye gücü yeterse köle azat eder. İleriki bir zamanda oruç tutmaya gücü yeterse oruçla keffaretini öder. Bu görüşün sahipleri keffaretin zimmete bağlı oluşunu delil getirirler. Zimmete bağlı olan şeyler (yani borçlar) bir güçlükten dolayı düşmezler. Bunlar tıpkı adakların ve yeminlerin keffareti gibidirler. Onlar da düşmezler. Gücü yetinceye ve keffareti ödeyinceye kadar zimmette borç olarak kalırlar.

Gecenin devam ettiğini zannederek şafak doğduğu esnada hanımı ile cima eden, sonra şafağın doğduğunu anlayan adama ne gerekir?

Elhamdulillah. Bu meselede ilim adamlarının üç görüşü vardır:

Birincisi: Bu adama hem kaza, hem keffaret gerekir. Bu, Ahmed İbn Hanbel’in meşhur olan görüşüdür.

İkincisi: Bu adama kaza gerekir. Bu, Ahmed’in mezhebindeki ikinci görüştür. Ebu Hanife, Şafiî ve Malik’in görüşü de budur.

Üçüncüsü: Bu adama kaza da gerekmez, keffaret de gerekmez. Said İbn Cübeyr, Mücahid, el Hasen, İshak, Davud ve onun arkadaşları gibi seleften bir grup ile sonrakilerin görüşü budur. Bunlar diyorlar ki: Şafağın doğmadığını zannederek yiyen bir kimse daha sonra şafağın doğduğunu anlarsa kendisine kaza gerekmez.

Bu görüş en sağlam görüştür ve şeriatın esaslarına, kitap ve sünnetin delaletine uygundur. Bu, Ahmed ve diğerlerinin usulünün kıyasıdır. Çünkü Allah Teala unutan ve hata edenin sorumluluğunu kaldırmıştır. Bu kişi de hata etmiştir. Allah Teala sabahın aydınlığı, gecenin karanlığından ayrılıncaya kadar yemeyi mubah kılmıştır. Sahuru geciktirmek de müstehaptır. Kim teşvik edilen ve mubah olan bir şeyi yaparsa kusur işlememiştir. Bu kişi mazeretli olmaya unutandan daha layıktır.

Hocalar keffareti kocaya niçin kayıtsız şartsız vacip kıldılar da unutan ve zorlanan kadından onu düşürdüler?

Bu meselede pek çok ihtilaf vardır. Ahmed İbn Hanbel’in mezhebinde meşhur olan görüşe göre unutarak cima eden erkeğe kasten cima edene olduğu gibi hem kaza hem keffaret gerekir. İmam Malik de bu görüştedir. İmam Ahmed’den gelen diğer bir rivayete göre unutarak cima eden erkeğe keffaret gerekmez. İbn Batta bu görüşü tercih etmiştir. Ahmed’den gelen bir rivayete göre unutarak cima eden erkeğe kaza da gerekmez. elAcurri ve Şeyh Takıyyuddin bunu tercih etmiştir. Ebu Hanife ve Şafi’i’nin görüşü de budur. Ahmed İbn Hanbel’in mezhebinde meşhur olan görüşe göre zorlanan kimse, isteyerek yapan kimse gibidir. O bu konuda Ebu Hanife ve Şafiî’ye uymuştur. Ahmed İbn Hanbel’den gelen başka bir rivayete göre ise zorlanan kimseye kazada gerekmez, keffaret de gerekmez.

Cimaya gönüllü katılan kadının orucu bozulur. Ahmed’den gelen iki rivayetten birine göre cimaya gönüllü katılan kadına keffaret gerekir. Ebu Hanife ve Malik de aynı görüştedir. Ahmed’den gelen diğer rivayete göre ona keffaret gerekmez. Şafiî de bu görüştedir.

Zor ve tehdit altında cima edenin orucunun bozulması konusunda Ahmed İbn Hanbel’den iki rivayet vardır. Bu rivayetlerden birisine göre orucu bozulur. Ebu Hanife ve Malik de bu görüştedir. Diğer rivayete göre orucu bozulmaz. Şafiî’nin iki görüşünden birisi de budur. Ahmed zor ve tehdit altında cima eden kadının orucu bozulur derken ona keffaret gerekmediğine hükmetmiştir. Müçtehitlerin çoğunluğunun görüşü budur.

Unutarak cima eden kadına keffaret gerekip gerekmediği konusunda iki görüş vardır. Bu görüşlerden birine göre unutarak cima eden kadın tıpkı unutarak cima eden erkek gibidir. elKadi’nin zikrettiği budur ve Hanbeli mezhebinde bu görüş meşhurdur. Bu, cumhurun da görüşü olup, unutarak cima eden kadına keffaret yoktur.

Bu konuda erkekle kadın arasındaki farkın bir izahı olarak zikrettiğiniz elKafi’nin ibaresinde şöyle geçmektedir: “Çünkü o cinsel ilişki ile ilgili mali bir haktır sözü” şu anlama gelir: Keffaret cinsel ilişki sebebiyle malda vacip olan bir haktır. “Cinsinin içinden” sözünün anlamı ise şudur: Keffaret sadece cinsel ilişkiden dolayı gerekli olur, yoksa zevk almanın türlerinden olup cinsel ilişki kapsamına giren öpmek ve dokunmak gibi şeylerden dolayı keffaret gerekmez veya cinsiyle kastedilen şey yemek ve içmek gibi orucu bozucu şeylerin cinsidir.

Bir adam Ramazan günü eşiyle cima etti ve arka arkaya iki ay keffaret orucu tuttu. Eşine de bir şey gerekir mi, gerekmez mi?

Bismillah, elhamdulillah… Bu iş kadının kendi iradesiyle ve zorlanmadan olduğu zaman ona da aynı şey gerekir. Kadın oruç tutmaktan aciz ise altmış fakiri doyurur. Bunun miktarı herbir fakir için yarım ölçektir. Fakat bu işi zorla ve şiddetli dayakla yapmışsa ona hiçbir şey yoktur. Bütün günah kocasınındır. Kocasına kolaylık gösterdiyse aynı şekilde kadına da keffaret gerekir.

Bir adam Ramazan günü hanımıyla cima ettiği zaman her ikisi için tek bir keffaret mi gerekir yoksa erkek için bir keffaret, kadın için bir keffaret mi gerekir?

Bazı alimlere göre tek bir keffaret her ikisine de yeter. Fakat sahih olan görüşe göre kadın bu işe gönüllü katıldığı zaman kocası gibi ona da keffaret gerekir. Fakat gönülsüz/zorla katıldığı zaman bu günün kazasından başka kendisine hiçbir şey gerekmez. Çünkü zorlanan kişi şu ayetten dolayı mazurdur:

 “Ancak kalbi iman ile dolu olduğu halde zorlanan kişi hariç.” (Nahl, 106)

Peygambe de şöyle demiştir: “Ümmetimden yanılmanın, unutmanın ve zorlandıkları şeylerin sorumluluğu kaldırılmıştır.”

Bir adam Ramazanda aynı gün içinde hanımı ile birden fazla cima ettiği zaman bir keffaret mi gerekir yoksa birden fazla keffaret mi gerekir?

Bir adam aynı gün içinde hanımıyla iki defa cima ettiği zaman ona sadece bir keffaret gerekir. İki ayrı günde cima ettiği ve birinci günün keffaretini ödemediği zaman yine tek bir keffaret yeterlidir. Fakat mesela günün başında bir cima etmiş, onun keffaretini vermiş, daha sonra bir daha cima etmişse ikinci bir keffaret daha ödemesi gerekir.