Mikail Bayram kimdir, eserleri ve tarihçiliği

Ailesi ve Tahsil Hayatı

Mikail Bayram’ın ailesi İran’ın Hoy kasabasındandır. Köken olarak Azeri Türkü’dür. Küresinliler adında Sünni bir oymağa mensup olup, artan Şii tahakkümü ve Türk-İran siyasi ilişkilerinin nihai neticesi sonucunda I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye iltica etmişler ve Van’ın Saray ilçesine yerleşmişlerdir. Annesi Zübeyde Hanım, Babası İsmail Bey’dir. Babası uzun dönem çiftçilik yapmış daha sonra Maliye Tahsildarlığı görevini yürütmüştür. 1971 yılında da bu görevden emekli olmuştur.

Mikail Bayram babasının ilk evliliğinden doğan beş çocuğundan en büyüğüdür. Babası ikinci bir evlilik yapmış ve yedi kardeşi daha dünyaya gelmiştir. Toplam 13 kardeştirler. Mikail Bayram 14 Mart 1940 yılında Van’ın Saray ilçesinde dünyaya gelmiştir.

İlk okuldan mezun olduktan sonra ancak üç sene sonra orta okula kayıt olmuştur. Bu süre içerisinde ailesinin yaşadığı ekonomik zorluklardan dolayı köy işlerinde çalışmıştır. Fakat okumaya olan merak ve istidadı neticesinde bireysel olarak asla okuyup-öğrenmekten kopmamış, özellikle de Kerem ile Aslı, Köroğlu vb halk hikayelerini okumuş, ayrıca köylerde aşık geleneğini devam ettiren ve temsilcisi olan isimlerden hikâyeler dinlemiştir.

Köy hayatının en önemli geleneğini teşkil eden ve uzun kış gecelerinde bütün köylülerin belirli evlerde toplanıp okudukları Kara Davut, Enverü’l Aşıkin, Ahmediye ve Muhammediye hatta bazen Farsça okunan Bostan, Gülistan, Şeh-nâme gibi eserleri okumuş ve dinlemiştir. Bu tür eserler onun kişiliğinin ve zihin dünyasının gelişiminde birçok katkısı olduğunu her zaman ifâde etmiştir.

Ortaokul hayatına o dönemde yakın civarda orta okul olmadığı için köyüne yaklaşık 17 km uzaklıkta yeni açılan bir orta okula kaydolmuş ve eğitimini burada sürdürmüştür. Özellikle bu dönemde ilçede mevcut bulunan medreseye de devam etmiş orada İslami ilimler hususunda ilk eğitimini almaya başlamıştır. Bu yaşlarda yerel şair, aşık ve saz üstadlarının çevresinde olmuş onlardan çeşitli eğitimler almıştır. Medrese de Farsça hocası Mikail Bayram’ın şiire olan ilgisini keşfederek erken yaşlardan itibaren ona özel olarak Farsça eğitimi vermeye başlamıştır.

Orta Okul hayatının nihayetinde her ne kadar ailesi ekonomik zorluklar dolayısı ile okumasını tasvib etmedi ise de o İmam Hatip Lisesi’ne devam etme kararlığında olduğundan dolayı ve yakın ilçelerde Lise olmaması sebebi ile Van Atatürk Lisesi’ne kayıt yaptırmıştır. 15-16 yaşlarında bir genç olarak Van’ın merkezine gelmiş fakat kalacak yeri olmadığı için 3 ay kadar bir süre Van’ın çeşitli camilerinde kalmıştır. Yaşadığı bütün zorluklar onun okuma aşkına ve isteğine engel teşkil etmemiş ve geometri, astronomi, fizik dersleri de kuvvetli olan Mikail Bayram bu derslerden kurslar vererek geçimini sağamaya çalışmıştır .

Bu dönemde Van’ın çeşitli cami ve medreselerinde tanınmış hocalarından eğitimler almış. Özellikle Şark Klasikleri başta olmak üzere doğu edebiyatı ve tarihi üzerinde kendisini geliştirmiştir.

Liseyi bitirdikten sonra birinci tercihi İlahiyat okumak olduğu için 1961 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kaydolmuştur. Arapça ve Farsça yetkinliği üniversite hocası olan ve o dönemde Farsça konusunda ülkenin önde gelen isimlerinden olan Necati Lugal’ın dikkatini çekmiş ve okul dışında hocasının Maltepe’de bulunan evinde iki sene kadar ileri Farsça eğitimleri almıştır. Özellikle her Pazar günü yaklaşık üç saat kadar süren bu derslerde Doğu Edebiyatının en önemli temsilcileri olan Ömer Hayyam, Mevlana, Muhammed İkbal, Hafız gibi isimlerin eserlerini incelemiş ve okumuşlardır.

Hocası Necati Lugal’in Mikail Bayram’ın hayatına yön verecek ve onun ilmi çalışmalarında yetkinleşmesini sağlayacak bir isteği onun hayatını değiştirmiştir. Hocası Cebeci Maarif Kütüphanesi’nde bulunan Âşık Paşa’nın yazma eser “Garib-nâme” adlı eserini kendisi için kopya etmesini istemiştir. Ömrü boyunca el yazması eserler ile çalışacak olan Mikail Bayram’ın el yazması eserler ile tanışması ilk defa hocasının bu isteği ile olmuştur.

Üniversite ikinci sınıfta iken bitirme tezi konusunu “Zerdüşt ve Avestası” olarak belirleyen Mikail Bayram 1966 yılında üniversiteden mezun olmuştur.

Üniversite hayatı boyunca birçok ünlü ilim adamının öğrencisi olma şerefine nail olmuştur. Bu hocaları arasında derslerini ilgi ile takip ettiği hocaları başta Felsefeci Hilmi Ziya Ülken, Sanat tarihçisi Suat Kemal Yetkin, Tefsir ve Hadis hocası Tayyip Ökiç, İslam ve Seçuklu Tarihi hocası Neşet Çağatay, Osman Turan ve Mehmet Altay Köymen zikredilebilir.

Üniversite hayatı boyunca Necip Fazıl Kısakürek’in tesirinde olan Mikail Bayram, Büyük Doğu Dergisi ve Derneği’nin Ankara Temsilciğinin kurucularından biri olmuştur ve başkanlığını da yürütmüştür.

Çalışma Hayatı

Üniversiteden mezun olduktan sonra öğretmenlik mesleğine başlamış ve 1966’da Adana Kız Lisesi’nde ve sonrasında Adana İmam-Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmenliği yapmıştır.

1968 senesinde ise giriş sınavını kazanarak Konya İlahiyat, o dönemki adı ile Konya Yüksek İslam Enstitüsü’ne Fars Dili ve Edebiyatı öğretim üyeliğine tayin olmuştur. Konya’dan sonra Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’ne tayin olmuştur. 1975 senesinde ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde “Şeyh Nasiruddin Mahmud’un Hayatı, Çevresi ve Eserleri” başlıklı tezi ile doktor ünvanını almıştır. Aynı yıl Bursa Yüksek İslam Enstitüsü’ne kurucu olarak atanmış ve Enstitü’nün kuruculuğunu yapmıştır.  Mikail Bayram İlahiyat Fakülteleri’nde toplam 12 yıl Fars Dili ve Edebiyatı öğretim görevlisi olarak çalışmıştır.

1970 yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu hazırlama heyeti içerisinde yer almıştır. Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’nde yaklaşık 1000 kadar eserin tavsifini yapmıştır. 12 Eylül Darbesi sonrası bu görevden uzaklaştırılmıştır. Fakat kısa bir süre sonra IRCCICA adına Konya ve Çevresinde bulunan el yazması eserlerin tavsif edilmesi ile görevlendirilmiş ve İslam Konferansı Teşkilatı tarafından kendisine takdir belgesi verilmiştir.

1980 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne tayin olmuş ve burada Osmanlı Paleografyası, İslam Tarihi, Selçuklu Tarihi dersleri vermiştir. Aynı zamanda lisans öğreniminden hocası da olan rektör Prof. Dr. Neşet Çağatay’ın derslerini de devam ettirmiştir.

Uzun yıllar Akademi’de yaşadığı zorluklar neticesinde geçte olsa 1990 yılında Doçent olmuştur. 1994 yılından emekli olduğu tarih 2007’ye kadar da hem bölüm başkanlığı hem de Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürütmüştür.

Tez Çalışmaları

Lisans öğrenimini “Zerdüşt ve Avestası” üzerinde çalışması ile bitiren Mikail Bayram bu çalışması süresince sadece Hindoloji Kürsüsü başkanı Prof. Dr. Abidin İtil’den bilinen en eski Farsça olan Pehlevice dersleri almıştır. Meşhur İranlı alim Firuzanfer’in Türkiye ziyaretinde tercümanlığını yapa İtil Farsçası ile Firüzanfer’in dikkatini çekmiş taktir ve hayranlığını kazanmıştır.

Yüksek Lisans için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden meşhur alim Tahsin Yazıcı ile çalışmış ve Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’ndeki el Yazması eserleri incelemiştir. Özellikle bu çalışma süresince Mikail Bayram Metail’ül İman adlı bir eseri keşfetmiş ve daha sonra bu eserinin yazarının diğer el yazması eserlerini de keşfetmiş ve müellifin Şeyh Nasiruddin olarak tanınan Ahi Evren’e ait olduğunu kimliği ile tespit etmiştir. Doktora tezini de bu şahsın hayatı, çevresi ve eserleri çerçevesinde ele almış ve hazırlamıştır. Özellikle jürisinde bulunan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Mikail Bayram’ın bir tarihçi gibi çalıştığını ve bu alanda çalışmaya devam etmesini taktiri ile belirtmiştir.

İstanbul’da bulunduğu yıllarda alanında ülkenin en önemli edebiyat tarihçilerinden olan Abdülbaki Gölpınarlı’nın çevresinde bulunmuş ve ondan bu alanda önemli dersler almıştır.

Uzun yıllar boyunca İstanbul’da düzenlenen Türkoloji Kongrelerine katılan Mikail Bayram sunduğu tebliğler ve görüşleri ile uzun yıllar tartışmaların odağı haline gelmiştir. Hocası Neşet Çağatay’ın teşviki ile “Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum” adlı çalışması ile doçentlik tezi hazırlamış fakat akademi çevrelerindeki belirli isimler tarafından sansür edilmiş ve doçentliği toplamda 3 kez olumsuz sonuçlanmıştır. Fakat bütün bunlara rağmen geçte olsa Mikail Bayram hakkı olan doçentliği almıştır.

İkinci Bölüm

Eserleri ve Makaleleri

         Kitapları

  1. Te’lif Kitapları

Fatma Bacı ve Bâcıyân-ı Rûm ( Anadolu Bacıları Teşkilâtı)

Mikâil  Bayram  bu  çalışmasında,  Anadolu  Selçukluları   zamanında  Türkmen     kadınların mensup oldukları bacı teşkilatının kuruluşu, yapısı ve faaliyetleri bu teşkilatın kurucusu ve bilinen ilk lideri Fatma Bacı’nın gerçek şahsiyeti, hayatı ile ilgili geniş bilgilere yer vermiştir.

Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı’nın Kuruluşu

Bu çalışmada Ahi Evren’in hayatı ve gerçek kişiliği, yaşadığı dönemin fikrî ve siyasî olayları, Ahi Teşkilatı’nın kuruluşu ve mahiyeti hakkında geniş bilgiler verilmiştir.

Mikâil Bayram, el yazması eserler üzerinde yaptığı çalışmalar neticesi Ahî Evren’e ait olduğunu tespit ettiği yirmiye yakın eseri ve içeriklerini kitabın bu bölümünde yazmıştır. Bu itibarla bu kitap, Ahi Evren’in kendi eserlerine dayanan ilk çalışma özelliği taşımaktadır.

Mikaîl Bayram’ın Ahî Evren’e ait olduğunu tespit ettiği ve bu kitapta yer verdiği eserler şunlardır:

*Metâli’ül–İmân: İlahiyata dairdir.

*Tabsiratü’l–mübtedi ve tezkiretü’l müntehi: Ahi Evren’in en tanınmış eseridir.

Tasavvuf felsefesine ait bir çalışmadır. Eserin kısa adı Tabsıra’dır.

*Menâhic-i Seyfî: Şii mezhebi ilmihalidir.

*Letâif-i Gıyâsiye: Dört cilt halindedir ilk cildi felsefe, 2. cildi ahlak ve siyaset, 3. cildi fıkıh, son cildi dua ve ibadet hakkındadır.

*Letâif-i Hikmet: Sultan II. İzzeddin Keykavus’a sunulmuştur. Siyasetname türünde bir eserdir.

*Âğâz u Encam: Vasiyetname türünde bir eserdir. Ahi Evren’in son eseridir.

*Mürşidü’l-Kifâye: I. Alâeddin Keykubat’a sunulmuştur. Ruhun bekasına dair bilgiler içeriri.

*Tuhfetü’ ş-şekür: Ahi Evren, Sadru’ddin Konevî’ye yazdığı mektupta bu eserden bahsetmektedir. Eser kayıptır.

*Ulum-i Hakikî: Ahi Evren. Letâif- i Hikmet’te bu eserden bahsetmektedir. Eser kayıptır.

*İlmü’t-teşrih: Tıbba dairdir

*Yezdan-şinâht: Felsefe üzerinedir.

*Müsâri’ü’l-müsari: Reddiye türünde bir eserdir. (Şehristani’ye karşı yazılmıştır)

*Medh-i fakr u zemmi-i dunya: Sühreverdi el-Maktul’ün vasiyyesinin tercümesidir.

*Tercüme-i el-Elvâhu’l- imâdiyye: Sühreverdi el-Maktul’den tercümedir.

  • Tercüme-i en- Nefsü’n- natıka: İbni Sina’dan tercümedir.
  • Tercüme-i Kitâbü’l- hamsin fi usuli’d-din: Fahrü’d-din Raz.’den tercümedir.
  • Tercüme-i et-Teveccühü’l- etemm nahva’l- hakk: Konevi’den tercümedir
  • Tercüme-i Miftâhu’l- gayb: Konevi’den tercümedir.

Şeyh Evhadü’d-Din Hâmid el- Kirmanî ve Evhadiye Tarikatı

Bu çalışmada Anadolu Selçuklu dönemi mutasavvıflarından Hâmid el Kirmani ve Evhadilik hareketi hakkında bilgiler yer almaktadır.

Fil Olayı’nın Mahiyeti (Fil Suresinin Yeni Bir Yorumu)

Bu çalışmada Kur’an-ı Kerim’in 105. suresi olan Fil Sûresi’nin içeriği ve nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durulmuştur.

Mikâil Bayram Fil Olayı ile ilgili tespitlerini ilk olarak 1994 yılında I. Kur’ân Sempozyumuna tebliğ olarak sunmuştur. Bu sempozyuma sunulan tebliğ ve konuşmalar da 1995 yılında yayınlanmıştır. Bu bildiride yer alan tebliğe yeni tespitler eklenerek bu kitap hazırlanmıştır.

 Tarihin Işığında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren

Mikâil Bayram, kitabın uzun giriş bölümünde doktora çalışması nedeni ile el yazması eserler ihtiva eden kütüphaneleri incelediği; bu incelemeleri esnasında Ahi Evren’e ait olan yirmiye yakın eser tespit ettiğini açıklamıştır. Bu eserler sayesinde Ahi Evren’in tarihi kişiliğini inceleme imkânı bulduğunu belirterek, tarihçilerin de arşiv belgelerini ve el yazması eserleri inceleyerek Anadolu Selçuklu devrinin çeşitli meselelerine açıklık getirecek çalışmalar yürütmeleri tavsiyesinde bulunmuştur. Kendisine A. Yaşar Ocak tarafından yöneltilen Ahi Evren’in tarihi kişiliğini netleştiremediği şeklindeki eleştirisine “Bir İddiaya Cevap” başlığı ile yanıt vermiştir.

Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar

Mikâil Bayram’ın Anadolu Selçukluları dönemindeki dinî ve fikrî faaliyetler ile siyasî olaylara dair makalelerinin yer aldığı bu çalışma 240 sayfadır.

Kitapta yer alan makaleler şunlardır.

*Selçuklular Zamanında Anadolu’da Bazı Yöreler Arasındaki Farklı Kültürel Yapılanma ve Siyasi Boyutları.

  • Danışmendoğulları Devleti’nin Dini Siyaseti.
  • Türkiye Selçuklularında Devlet Yapısının Şekillenmesi.
  • Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Hoca Ahmed-i Yesevi’nin Rolü.
  • Türkiye Selçukluları Döneminde Bilimsel Ortam ve Ahiliğin Doğuşuna Etkisi.
  • Anadolu Selçukluları Zamanında Evhadi Dervişler.
  • Bacıyân-ı Rum (Anadolu Bacıları) ve Fatma Bacı.
  • Asır Başlarında Maveraünnehir’de Faaliyet Gösteren Bir Bahşi İle İlgili Bir Haber. Türkiye Selçukluları Uç Beği Denizlili Mehmet Bey.
  • Hacı Bektaş-i Horasanî Hakkında Yeni Kaynaklar ve Yeni Bilgiler.
  • Yunus Emre Eskişehirli (Sivrihisarlı) Olabilir mi?

*Baba İlyas Horasani ve Cihad-Namesi.

  • Ereğli’de Metfun Olan Şeyh Şıhabü’d-din Makbul Kimdir?
  • İbni Sina ve Ahi Evren.
  • Sadru’d-Din Konevî Kütüphanesi ve Kitapları.
  • Türkiye Selçukluları Tarihi Hakkında Yeni Bir Kaynak.

Destursuz Bağdan Üzüm Yiyenler

Bu çalışma, Mikâil Bayram’ın tarih ve kültür tarihi alanında yapılan çalışmalarda meydana gelen hataları tespit ettiği, aynı zamanda bir kısım yazarlara yönelik eleştiri türündeki makalelerinden bir kaçının yer aldığı kitabıdır.

Kitapta yer alan makaleler şunlardır:

*Sadru’d-din Konevî ile Ahi Evren Şeyh Nasuri’d-din Mahmut’un Mektuplaşması Meselesi.

*Baba İshak Harekâtının Gerçek Sebebi ve Ahi Evren ile İlgisi.

*Babaîler İsyanı Üzerine.

*Baba İlyas Horasani ve Cihâd-Nâmesi.

*Menakibu’l-Kudsiye’nin Neşri Hakkında.

*Yunus Emre Eskişehirli (Sivrihisarlı) Olabilir mi?

*Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Türkçe Eser Meselesi.

*Anadolu Selçukluları Zamanında Bilimsel Zihniyet ve Bilimin İşe (Üretime) Dönüştürülmesi Anlayışı ve Uygulaması.

*Usta Bir İntihalci ve Eseri (İslamiyet ve Türkler)

*Pardona pardon.

*Kendini Âlim Sananlar.

*Robert Olson (Arapça çeviri: Abdu’-rahman b. El- Hac Emin Beg el- Celîlî), Hisaru Mavsil ve’l-Alakatü’l-Usmaniyetü’l-Farisiye (1718–1743) Riyaz 1403/1983.

Sosyal ve Siyasî Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi

Bu kitap Mikâil Bayram’ın en önemli çalışmalarından biridir. Mikâil Bayram bu çalışmada Anadolu Selçuklu Devleti dönemi büyük fikir adamı ve Ahi Teşkilatının kurucusu Ahi Evren ile Mevlevî geleneğin mimarı ünlü mutasavvıf Mevlana arasındaki ihtilafın sosyal boyutları incelenmiştir.

Selçuklular Devrinde Konya’da Dini ve Fikri Hareketler

Konya’da Dinî ve Fikrî Hareket ve Yapılanmalar başlığı ile vücuda getirilmiş olup alt başlıklarda Konya’nın Türklerin yönetimine girmesi başkent oluşu, devlet adamlarının bilimi himaye etmeleri, Konya’da Ahi Teşkilatı, ilim ve fikir merkezi olarak Konya konuları yer almıştır.

Danişmend Oğulları Devletinin Bilimsel ve Kültürel Mirası

Mikâil Bayram’ın, Anadolu’da kurulan ilk beyliklerden Danişmendoğulları’nın ihmal edilen bilimsel ve kültürel faaliyetleri üzerinde durduğu bu eser, daha önce yazmış olduğu makalelerin derlenmiş halidir. Eser şimdilik tek baskı olarak Konya’da basılmıştır. 115 sayfalık bu kitap iki bölümden oluşmaktadır.

Tercüme Kitapları

İslam İnkılâbının Programı

Mikâil Bayramın yayınladığı ilk kitaptır. Bu kitap Pakistanlı bilgin Ebu’l Ala el-Mevdudî’nin Menhecu İnkilabi’l- İslam adlı eserinden tercüme edilmiş olup, 1968’de yayınlanmıştır.

Tasavvufi Düşüncenin Esasları

Türkiye ve yurtdışındaki kütüphanelerde 32 nüshasının bulunduğu Tabsiratü’l – mübtedi ve tezkiretü’l müntehi adlı eserin tercüme edildiği bu kitabın şimdiye kadar iki baskısı yapılmıştır. Bunlardan ilki 1995’te TDV yayınlarınca basılmıştır.

İman’ın Boyutları (Metâli’ü’l-Îman)

Mikâil Bayram bu kitapta Ahi Evren’in Metâli’ül–İmân adlı eserini tercüme etmiştir.107 sayfalık kitabın şimdiye kadar iki baskısı yapılmıştır.

Hüseyin b. Mansur el – Hallac

Bu kitap Hallac-ı Mansur olarak bilinen Hüseyin b. Mansur el Hallac’ın öldürülmesinden sonra Hüseyn b. Mansur el- Hallac sıddık mı yoksa zındık mıydı? sorusuna ünlü Hanbeli müctehid Takiyü’d-din Ahmed İbn Teymiye’nin fetva niteliğindeki yanıtı olan risalenin tercümesidir.

Şeyh Evhadü-Din Hâmid El- Kirmanî ve Menakıb-Nâmesi

Bu kitap, Menakıb-i Şeyh Evhadü’d-din-i Kirmânî adlı eserin tercümesidir. Mikâil Bayram bu mühim eserin tercümesini yapan ilk isimdir.

  1. Yayına Hazırladığı Kitapları
  • Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Eser Keşfu’l Akabe

Anadolu’da te’lif edilen ilk Türkçe eser olan Keşf’u’l Akabe’nin tanıtıldığı kitaptır.

  1. Şiir Kitapları
  • Sârayî Dîvânçesi

Mikâil Bayram’ın “Sârâyî” mahlası ile yazdığı şiirlerinin yer aldığı kitaptır. Divançe’nin tek baskısı Damla Ofset tarafından 1997’de yayınlanmıştır

  • Sârayî Dîvânı

Mikâil Bayram’ın şiirleri beğeni toplamış ve şiire vâkıf kalemlerce bir divan çıkarması gerektiğine dair talepler almıştır.  Farsça yazdığı bazı şiirleri, 2002 ‘de bu divanda toplamıştır.

Makaleleri

 

  1. Türkçe Makaleleri
    • Ahi Evren Kimdir?(Gerçek Şahsiyeti ve Eserleri)
    • Baba İshak Hareketinin Gerçek Sebebi ve Ahi Evren İle İlgisiSultan Fatih’de Sadruddin Konevi ve Ahi Evren Hayranlığı
    • Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Eser ‘ Kaşf’al Akabe’
    • Anadolu Selçukluları Devrinde Anadolu Bacıları (Bacıyan- ı Rum) Örgütünün Kurucusu Fatma Bacı Kimdir?
    • Ahi Evren’in Öldürülmesi ve Ölüm Tarihinin Tespiti
    • Sadru’d-din Konevî İle Ahi Evren Şeyh Nasuri’d-din Mahmut’un Mektuplaşması
    • İbni Sina ve Ahi Evren
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Ahi Teşkilatı Teşkilatının Kuruluşu ve Gelişmesi
    • Devrinin Fikir Akımlarında Nasreddin Hoca’nın Yeri
    • Ahi Evren- Mevlana İhtilafının Mahiyeti ve Boyutları
    • Yunus Emre Eskişehirli (Sivrihisarlı) Olabilir Mi?
    • Asır Başlarında Maveraünnehir’de Faaliyet Gösteren Bir Bahşi İle İlgili Bir Haber
    • Evhadu’d- dîn Hamid El- Kirmânî
    • Selçuklular Zamanında Tokat Yöresinde İlmi ve Fikri Faaliyetler
    • Pervaneoğulları Zamanında İlmî Çalışmalar
    • Narhc ı Hasan Çelebi’nin ‘Mesalihü’l- Müslimin ve Menafi’ül- Müminin’ Adlı Eseri Ve Ali Emirî Efendi’nin Eser Hakkındaki Notları
    • Baciyan-ı Rum (Anadolu Bacıları)Hakkında Bazı Yeni Kaynaklar
    • Selçuklular Zamanında Tokat Ve Malatya Yörenin Fikrî ve Kültürel Yapısı ve Siyasî Boyutlar
    • Tarih ve Tarihçi
    • Selçuklular Zamanında Antalya’da Ahiler
    • Yunus Emre’nin Tasavvufî Meşrebi Cemal-Perestlik
    • Beş Asır Önce Yapılmış Tenkidli Bir Metin Neşri ( Edition Critic)
    • Dört Halife Döneminde İctihadın Boyutları Ve Ekonomik Sonuçları
    • Selçuklular Zamanında Malatya’da İlmî ve Fikrî Faaliyetler
    • Ereğli’de Medfun Olan Şeyh Şıhabü’d-din Makbul Kimdir?
    • Üç Edib: Celal Emrem, Kemal Kürkçüoğlu ve Mehmet Çavuşoğlu
    • Selçuklular Zamanında Anadolu’da Bazı Yöreler Arasındaki Farklı Kültürel Yapılanma ve Siyasi Boyutları
    • Selçuklular Zamanında Konya’da Kültürel Faaliyetler
    • Fil Olayı ve Fil Sûresi Hakkında Yeni Bir Yorum
    • Alanya Ve Çevresindeki Bazı Selçuklu Devri Kitabeleri ve Düşündürdükleri
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Bilimsel Zihniyet Ve Bilimin İşe (Üretime) Dönüştürülmesi Anlayışı Ve Uygulaması
    • Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Türkçe Eser Meselesi
    • Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Hoca Ahmed-i Yesevi’nin Rolü
    • Eğitim ve Öğretim Ocağı Olarak Ahi Teşkilatı
    • Ebü’r – Reyhân El-Beyrûnî’nin ‘Nevruz’ Hakkındaki Bazı Tesbitleri
    • Kur’ânî Tefekkür Açısından Nâsih ve Mensuh Olayı
    • Selçuklu Veziri Kadı İzzettin Tarafından Düzenlenen Bir Vakıfname
    • Anadolu Selçukluları Devrine Ait Bir Yapı Kitâbesi ve Düşündürdükleri
    • Anadolu Selçukluları Dönemi Tababeti İle İlgili Bazı Notlar
    • Kuran’da İlk İnsan Müzakere Raporu
    • Timur’un İstanbul’u Fethi Planı ve Çalışmaları
    • Ahi Evren Hakkında Yeni Bilgiler ve Yeni Belgeler
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Konya’da Dini ve Fikri Hareketler
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Konya’nın Yeniden Kurulması ve Gelişmesi
    • Kur’anın Öngördüğü Ekonomik Yapılanmanın Temel Esasları Ve Bunun Stratejisi Üzerine
    • Şehriyar’ın Ardından
    • Lala Mustafa Paşa’nın Gaziantep’teki Vakıfları
    • Kur’an’ı Anlamada Tarihsellik Sorunu Sempozyumu (Tebliğler ve Müzakereler)
    • Selçuklular Zamanında Kayseri’de Evhadi Dervişler
    • Anadolu Selçukluları’nda Devlet Yapısının Şekillenmesi
    • Anadolu Selçukluları’nda Türk, İranlı ve Rum Halkları Arasında Siyasi İttifakın Kurulması
    • Hümanizm ve Mevlana
    • Peygamberlerin Görevleri Nelerdir?
    • Sadru’d-Din Konevî Kütüphanesi Ve Kitapları
    • Türkiye Selçukluları Döneminde Bilimsel Ortam Ve Ahiliğin Doğuşuna Etkisi
    • Uc Beği Mehmet Bey Kimdir?
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Evhadi Dervişler
    • Bacıyân- Rum (Anadolu Bacıları) Ve Fatma Bacı
    • Ekonomik Yapılanmanın Temel Esasları
    • Türkiye Selçuklularında Devlet Yapısının Şekillenmesi
    • Türkiye Selçukluları Uc Beği Denizlili Mehmet Bey
    • Danişmendoğulları Devleti’nin Dini Siyaseti
    • Sultanlar Muallimi Şeyh Mecdüddin İshak
    • Ahi Evren Hâce Nasîrü’d-Din İle Alâü’d-Din Çelebi’nin Öldürülmesi Ve Ölüm Tarihlerinin Tesbiti
    • Danişmendoğılları’nın Dinî ve Milli Siyaseti
    • Hâce Nasîrüddîn Muhammed Et- Tûsî’nin İntihalciliği
    • Moğol İşgali, İşbirliği Yapanlar ve Direnenler Selçuklu Döneminde Kalenderî – Ahi Çatışması
    • Selçuklular Zamanında Kalenderler İle Ahiler Arasındaki İlişkiler
    • Türkiye Selçuklularından Günümüze Din Eğitimi
    • Ahi Evren’de Melami Temayüller

  1. Farsça Makaleleri

Mikail Bayram Hoca’nın 10 adet Farsça makalesini tespit edebildik. Bu makalelerin isimlerini liste olarak veriyoruz.

  • Yeki ez-kadîm-terîn menâbi‘-i edebiyât-i tasavvuf-i İran” Mecelle-i Maarif Dovre-i Heftum, Şumare: 2, (1369), s. 138–143
  • “Seyyid Burhanu’d-din-i Muhakkık-i Tirmizî der-telâtum-i havâdis-i siyasî”, ,Mevlânâ, ez-dîdgâh-i Torkân ve İrâniyân, Tahran 1369, s. 149-158.
  • “Hâce Nasîru’d-din-i Tûsî hergis mukâtebe ve murâsele îy bâ-Şeyh Sadru’d-din-i Konevî nedâşte est”, Name-i Aşina, Sâl-i evvel, Şumare: 2, Ankara 1974, s. 22-27. “Tahkîk-i cedîd der-Murid-i Hacı Bektaş-i Horasanî”, Name-i Aşina, Neşriye-yi Raizeni-i Ferheng-i Cumhuri-i İslami-i İran der-Ankara, s. 1-8.
  • Mukâtebât-i Sadru’d-din-i Konevî bâ-Ahi Evren Şeyh Nasîrü’d-din Mahmud”, Name-i Ferhenk, Şumare: 18, (1374), s. 99-109.
  • “Nüsha-i deh Gazel-i Hâfız-i Şirazî”, Kongre-i Beyne’l-Milel-i Bozorgdaşt-i Hafiz-i Şirazî, Şiraz 1367.
  • “İcâd-i ittihâd-i siyasî miyân-i Turaniyân ve İraniyân ve Rumiyân der-Dovre-i Selçukîyan-i Rum” (Anadolu Selçukluları Devri İranlıların, Rumların, Selçukluların Siyaseti), Seminâr-i Beynelminel-i Cihan-i İranî ve Turan, (Merkez-i İsnad ve Tarih-i Diplomasi yay.), Tahran 1379, s. 1-7.
  • Te’sir-i Fırdovsî ve Şeh-nâme der-Anadolî, Name-i Aşina, Ankara 1380.
  • Menba-i Cedidi der-Tarih–i Selçukiyân-i Anadolu”, Name-i Aşina, Ortak Kültür Mirasının Arayışında İran İslam Cumhuriyeti Büyükelçiliği Kültür Müsteşarlığı, 2002, s. 53-63.
  • İntihal-i der asar” , Name-i parisi, VOI, No:3, Autumn 2003

  1. Kitap Tanıtımı İle ilgili Makaleleri
    • Robert Olson’un Hisaru Mavsil ve’l-alakatü’l-Osmaniyetü’l-Farisiye (1718–1743) Riyad 1403/1983 Adlı Eserin Arapçaya Yapılan Tercümesinin Tanıtımı
    • Tasavvufi İran Edebiyatı’nın Bilinmeyen En Eski Kaynaklarından Biri
    • Abdu’l-Kahir el-Bağdadî ve ‘et-Tekmile fi’l-hisâb’ Adlı Eseri
    • Baba İlyas-ı Horasanî ve ‘Cihâd–Nâme’si
    • Bir Osmanlı Seyyahı Hace Hâtib Mahmud ve Seyahatü’l-Kübra ve Müfredatü’l-Etibba Adlı Eseri
    • Türkiye Selçukluları Tarihi Hakkında Yeni Bir Kaynak

  1. Eleştiri Türündeki Makaleleri
    • Babailer İsyanı Üzerine
    • Menakibu’l-Kudsiye’nin Neşri Hakkında”
    • Usta Bir İntihalci ve Eseri (İslamiyet ve Türkler)
    • Kendini Âlim Sananlar

Üçüncü Bölüm

Tarih Metodu

Modern dönem tarih yazımı ile birlikte her ne kadar tarih hususunda araştırma yaparken veya bir metin kaleme alırken uluslararası genel geçer bir metod ve sınırlar belirlenmişse de her tarihçinin gerek aldığı geleneksel eğitim anlayışından dolayı gerekse de kendi kişisel çalışma prensipleri neticesinde oluşan bireysel çalışma metodları söz konusu olmuştur.

Mikail Bayram aldığı eğitim ve edindiği alışkanlık neticesinde birçok eski tarihçiler gibi fişleme usulü ile çalışmış ve araştırmalarını yaparken fişleme metodunu kullanmıştır. Kaleme aldığı fişleri uzun yıllar saklamış ve hatta öğrencilerinden Sefer Solmaz’ın bir ifadesi ile akademide yaşadığı türlü zorluklar ve geçim sıkıntıları neticesinde uzun bir süre sobasında bu fişleri yakarak ısınmıştır.

Bir diğer çalışma metodu ise özellikle el yazması metinleri incelerken defter tutma alışkanlığı edinmiş olmasıdır. Özellikle teknolojik olarak bugün ki imkanları olmadığı dönemlerde, tarihi vesikaları alabilmek için el yazısı ile kopya etmek gerekiyordu. Bu sebeple Mikail Bayram’da uzun yıllar el yazması metinler üzerinde araştırmaları sürdürdüğü için defter tutma geleneğini sürdürmüş ve bu defterleri üzerinde çalışmalarını devam ettirmiştir.

Tarih’in Tanımı

Mikail Bayram’ın tarih tanımı özellikle üzerinde durulması gereken bir husustur. Tarih ilmi ve tarih ile ilgili yaptığı tanımı itibarı ile birçok akademisyenden ayrılmaktadır. Kendisi tarih ilmini sadece geçmişte meydana gelen olayları yer ve zaman belirterek belgelere dayalı olarak ele alan bir ilim dalı olarak ifade etmemiş, tarihin geçmişin olduğu gibi bugünün de bir parçası olduğunu söylemiştir. Tarihin her zaman canlı ve devam eden bir süreç olduğunu, insanın her zaman tarihin bir parçası olduğunu ifade etmiştir.

Tarihçinin Görevleri

Mikail Bayram tarihçinin olaylara bakış açısının asla tamamen bağımsız ve objektif olamayacağını ifade etmiş ve tarihçinin insan olması dolayısı ile belirli bir kalıplar ve ideolojik düşünce ile olaylara bakacağını beyan etmiştir. Mikail Bayram’a göre tarihçi ancak elinden geldiği kadar objektif olabilir.

Tarihçi tarihi bilginin doğruluğunu teyit etmeli, kendine has metodları ile bilgiyi değerlendirebileceği bir süzgeci olmalı, olay ve olgular arasında sağlık bir ilişki kurmalı ve kurguyu en sağlıklı sonucu verecek şekilde yapmalıdır demiştir.

 

Tarih’in ve Tarihçinin Kaynakları

Mikail Bayram’a göre tarihe ait olan her şey bir tarihçinin kaynağı olabilir. Sadece yazılı eserler değil, sözlü gelenek, her türlü mimari yapı da tarihçinin kaynağını teşkil edebilir. Nitekim kendisi özellikle Orta çağ sosyal tarihi ile ilgili ihtisas sahibi olduğu için tarihi vesikalar dışında her türlü edebi eserden de yararlanmıştır.

Dil Yetkinliği

Mikail Bayram bir tarihçinin çalıştığı alanla ilgili kaleme alınmış her türlü vesikayı okuyabilmesi gerekliliği üzerinde durmuştur. Kendisi ana dili Türkçe dışında, Arapça, Farsça, Pehlevice, Kürtçe, İngilizce, Almanca bilmektedir.

Sonuç

Mikail Bayram kendi alanında önemli eserler veren bir tarihçi olmuştur. Onun bu merhalede bir tarihçi olmasının en büyük nedenlerinden biri yetiştiği çevre ve tahsil hayatı olduğu kanaatindeyiz. Özellikle de çocukluk yaşlarından itibaren sözlü geleneğin hâkim olduğu bir kültürde büyümesi, edebi eserler ile erken yaşlarda tanışıklığı olması ve aldığı medrese eğitimleri onun zihin yapısını ve akademik kabiliyetlerini geliştirdiği aşikardır.

Bilhassa üniversite hayatı ile birlikte ülkenin tanınmış en önemli ilim adamlarından eğitimler alması, özellikle de dil yeterliliği konusunda ileri derecede uzmanlaşması ona her zaman akademik bir başarı sağlamıştır. Özellikle herkesin kolaylıkla kalem oynatamayacağı alan ve konularda çalışması, el yazması eserler hususunda ki istidadı onu farklı bir akademisyen kılmıştır.

Çalıştığı alanın istediği kaynak diller konusundaki derinliği onu birçok meslektaşından ayrı kılmıştır. Bu farklılığı akademik çalışmalarındaki derinliği apaçık ortaya koymuştur.

Bu yazı Umut Güner tarafından kaleme alınmıştır.

Kolonizatör Türk Dervişleri

Kolanizatör Türk Dervişleri” tâbiri merhum tarihçi üstad Ömer Lütfi Barkan’ın meşhur “Kolanizatör Türk Dervişleri ve Zâviyeler” adlı eseri ile tarih ve sosyoloji literatürüne kazandırılmış bir ifâdedir. Müessese ve Medeniyet ile Osmanlı İktisâdı üzerine ihtisas sahibi olan merhum üstad, kaleme aldığı bu eseri ile bir ufuk açmış ve toplum yâni insan, din ve kültür merkezli sosyal tarih çalışmalarına önemli bir bakış açısı kazandırmıştır. Kolanizatör Dervişler tanımı, özellikle Anadolu ve Balkanlar Türk – İslam tarihinin önemli bir dönemini ve bu dönemde gerçekleştirilen Türkleşme ve İslamlaşma faaliyetlerini tam manası ile açıklayan ve ifade eden bir tanım olmuştur.

Selçuklu, daha genel bir ifâde ile Türkmen akınları ve göç faaliyetleri ile başlayan Anadolu Türk tarihi, özellikle başta “Malazgird” ve daha sonra “Miryakefelon” zaferi ile birlikte ileri bir boyuta taşınmıştır. Özellikle bu dönemde Ön Asya yâni İran coğrafyasından Anadolu’ya gelmeye başlayan Türkmen zümreler çoğunlukla “konar-göçer” olmakla birlikte azınlık da olsa İran’ın yerleşik şehirli Türkmen toplulukları da Anadolu’ya gelmeye başlamıştır. Siyasi, ekonomik ve toplumsal şartlara bağlı olarak zaman içerisinde Anadolu içerlerine yavaş ve sürekli olarak devam eden Türkmen göçleri başta Selçuklu olmak üzere çağdaş diğer Türk Beylikleri’nin devlet politikaları ile de desteklenmiş ve belirli bir düzene oturulmak istenmiştir. Bu dönemde konar-göçer Türkmen zümreler ile şartlara bağlı olarak zaman zaman devlet ve bürokrasi ile ciddi sorunlar meydana gelmişse de bu husus bahs-i diğerdir.

Anadolu’ya bu dönemde başlayan Türkmen akınları öncesi Anadolu’nun genel ifade ile sosyolojik yâni dini, siyasi ve kültürel hafızası Doğu Anadolu’da çounluğu Ermeni, azınlık bir kısım olarak da dağlık bölgelerde yaşayan Kürtler ile başta İç Anadolu ve Ege olmak üzere  Rum yâni Bizanslı Grek Hıristiyan halktan oluşmakta idi. Bu döneme gelinceye kadar Anadolu coğrafyası ilk çağlardan itibaren bir çok devletin hayat alanı bulması, bir çok savaşların bu bölgede cereyan etmesi ve etnisite farklılığından dolayı kozmopolit yapısı nedeni ile oldukça yıpranmış ve harab bir haldedir. Nitekim ilk Türk akıncılarının verdiği bilgiler ile bu bölge Türkler tarafından bereketli topraklardan ziyâde ören, viran ve harab gibi adlar ile tanımlanmıştır.

Konar-göçer” veyahut “göçer evli” olarak ifâde ettiğimiz Türkmen zümrelerin Anadolu’ya başlayan akınları Anadolu’nun çehresinin hızlı bir şekilde değişmesine sebebiyet vermiştir. Özellikle Türkmen zümreler ki ekseriyeti hayvancılık ile geçimini sağlamaktadır. Anadolu’ya gelirken İslâmi dönem ve İslam öncesi döneme ait bir çok dini ve kültürel değerlerini de taşımıştır. Anadolu’ya gelen Türkmenlerin büyük çoğunluğu yerleşik yaşama geçmeye başlamış, yerleşik yaşama geçmeyen ve geçmemekte ısrarcı olan zümreler  ile yerleşik düzen oluşturan Türkler arsından siyasi ve sosyal bir çok olay vukû bulmuştur. Nitekim Türkmen zümrelerinin yerleşik hayat geçmesi başta “Devlet-î Aliyye-î Selçuk” olmak üzere devlet politikası olarakta benimsenmiştir.

Anadolu’da Türkmen göçleri ile birlikte hızlı bir şekilde Türkleşme ve İslamlaşma faaliyetleri başlamıştır. Özellikle yeni şehirler inşaa edilmiş, eski harab şehirler de ihyâ edilmeye başlanmıştır. Nitekim bu dönemde Derviş, Abdal, Ahi vb. sosyal gruplara mensub olan Türkmenler âdeta kılıç fethi değil gönül fethi ile Anadolu’ya hızlı bir şekilde Türk dini, dili ve kültürünü taşımaya ve yaşatmaya başladılar. Bu dönemde bir çok yeni şehirler kurulmuş, han, hamam, kervansaray, imarethane, köprü ve yollar, mescid, hankah, zaviye vb bir çok yerleşik medeniyet unsuru inşaa edilmiş, müslüman ve gayrı müslîm eşit olarak bütün Anadolu halkının istifâdesine sunulmuştur. Derviş ve Abdallar, din alanında Anadolu’da irşat faaliyetlerine başlamışlar, Ahi’ler yerleşik Rum esnaf zümrelerine karşılık Türk esnaf zümrelerini tesis etmiş ve sanâyi alanları kurmuşlardır. Tüm bu faaliyetler devlet politikası ile olduğu gibi aynı zamanda da gönüllü bir şekilde de devam etmştir.

Türkmen zümrelerin bu faaliyetleri tarihi süreç içerisinde uzun yıllar devam etmiş ve Anadolu’daki “Müslüman Türk” varlığını pekiştirmiş ve sağlam temeller üzerine inşaa edilmesinde başat rol üstlenmiştir. Türkmen unsurlarının bu medeniyet olşuturan girişimleri Anadolu’nun o dönemdeki yerli halkı olan başta Rum ve Ermeniler tarfından hoşgörü ile karşılanmış, benimsenmiş ve Türkmenler ile aralarında dostluk münasebetlerinin başlamasını sağlamıştır. Nitekim Bizans’ın otoriter ve saldırgan politikaları karşısında yerli Rum ve Ermeni halkı çoğunlukla Türkmen zümreler arasına yerleşmiş, Türk devletinin himâyesine girmiş ve zamanla çeşitli hizmetlerde de rol almışlardır.

Anadolu’da cereyan eden bütün bu faaliyetler sonucunda Türkmen zümreler ile gayrı müslim zümreler arasında  başta dinî olmak üzere kültürel alışveriş gerçekleşmiş, ortak faaliyetler yürütülmüş, müşterek bir toplumsal hafıza inşa edilmiştir. Bunun neticesinde aynı zamanda Anadolu’da “heteredoxs/heteredoxy” yâni iç içe geçmiş karışık bir görünüm arz eden bir inanç ve kültür birikim de oluşmaya başlamıştır. Müslüman ve gayri müslimler bu dönemde birbirlerini dinî ve kültürel alanda etkilemişler, bir çok hususta kültür aktarımı sağlamışlardır.

Anadolu’da devam eden Türkleştirme ve İslamlaştırma faaliyetleri bu dönemde kaleme alınan veya şifahi/sözlü olarak aktarılan Menakıbnâme, Fütüvvetname ve destanlar gibi bir çok esere konu olmuş ve  başta Abdal, Derviş ve Ahilerin felsefeleri kaleme alınmış ve aktarılmıştır.

Selçuklu inkirâzı ve  Moğolların tahakkümü ile Anadolu’da başlayan siyasi, dini ve kültürel anlamdaki tüm olumsuzluklara rağmen İslamlaşma ve Türkleştirme süreci hızlı bir şekilde devam etmiştir. Bu tarihi izleyen dönem içerisinde Batı Anadolu’ya başlayan Türkmen göçleri ile birlikte daha önceleri Doğu Anadolu ve İç Anadolu’da faaliyet alanı bulan derviş ve ahiler Batı Anadolu’ya doğru bir yayılma göstermişlerdir. Bu süreç ile birlikte Batı Anadolu’da da hızlı bir şekilde Türkmen koloni faaliyetleri devam etmiştir. Medeniyet oluşturan bir çok unsur, Batı Anadolu’ya da aktarılmış ve buradan inşaa edilmiştir.

Batı Anadolu Beylikleri’nin faaliyetleri ve özellikle de Osmanoğulları ile başlayan feth hareketleri neticiesinde kolonizatör diye tâbir ettiğimiz derviş, abdal ve ahiler yeni feth edilen bölgeleri yerleşime açmışlar, Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağlamışlardır.  Bu faaliyetlerin had safhada devam ettiği en önemli yerleşim alanları Osmanoğullarının feth hareketleri ile Türklere açılan Balkanlar’dır. Balkanlar’a Anadolu’dan bir çok Türkmen nakledilmiş, derviş, abdal ve ahiler bu coğrafyaya geçerek burada koloni faaliyetleri sürdürmüşlerdir. Özellikle de Osmanlı’nın “istimâlet” yâni hoşgörü politikası ile de bu toprak parçası hızlı bir şekilde Türkleşmiş ve İslamlaşmıştır.

Türkmen zümreleri ile bir çok dini önderin şenlendirme faaliyetleri ile Balkanlar’da birçok han, hamam, köprü ve yollar, kervansaray, hankah, zaviye, medrese  ve mescid inşa edilmiştir. Bizans’ın menfi devlet politikaları ve âdil olmayan vergi talepleri ile zor duruma düşen Balkan halkları, Türklerin istimâlet politikası ve adil yönetimi ile karşılaşınca zamanla Türk devletinin himâyesine girmiş, Türk din ve kültürünü benimsemeye başlamıştır.

Yukarıda tarihi sürecini ele aldığımız koloni faaliyetleri Anadolu’da inşaa edilen Türk ve İslam medeniyeti mayasının neticesinde Türklerin bu coğrafyada uzun yıllar kalmasını ve başarılı ve sağlıklı devletler inşaa etmesini sağlamıştır. Bugün dâhi bu coğrafya üzerinde yaşam alanına sahip olmamızın ve bir çok askeri faaliyete rağmen bu toprakları elimizde tutmamızın yegâne nedeni tarihi süreçte oluşturduğumuz bu mayadır. Derviş, Abdal, Gazi, Ahi vb. gibi adlar ile anılan gönül erlerinin müşterek mücâdelesi ve sahip olduğu hizmet ruhu dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir ruhtur.

Bugünün küresel sisteminde başta kendi topraklarımız ve sınırlarımız olmak üzere dünya üzerinde güçlü ve dirâyetli bir şekilde sağlam durmamız için gereken şey bu ruha sahip olmamızdır. Toplum olarak bütün benliğimizle bu ruhu bulmalı ve ona sımsıkı sarılmalıyız. Devlet politikaları ile bu ruhu tekrar ihya edecek bir siyaset oluşturmalı, sivil toplum kuruluşları ile de bu faaliyetleri yürütmeliyiz.

Yakıp yıkan değil, geçmişteki medeniyeti inşaa edecek, yeni birer abdal, derviş ve ahiler olacak nesiller yetiştirmeli ve bu ruhu gençlerimize kazandırmalıyız.

Türk-İslam Medeniyeti demek; inşaa, vakıf, hoşgörü ve vicdan temellinde bir felsefeye sahip medeniyettir demektir.

Umut Güner

Medeniyet Kurucu Bir Felsefe: Ahilik ve Fütüvvet

Ahi kelimesinin etimolojisinin ne olduğu hususunda muhtelif görüşler ve deliller sunulmuştur. Bazı araştırmacılar Arapça “kardeşim” manasına gelen “ahi”den geldiği hususu üzerinde dururken; bazı araştırmacılar ise Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügati’t-Türk” adlı eserinde geçen, “eli açık, cömert ve yiğit” gibi anlamlara gelen  Türkçe “akı” kelimesinden geldiği görüşünü dile getirmiştir. Ahi kelimesinin tarihî süreç içerisinde aldığı mana, oluşturduğu kavram ve ruhu göz önünde bulundurulunca bu iki kelimenin birbirinden hiçbir farkı olmadığı aşikârdır.

Nitekim Ahi mensuplarının faaliyetleri ve tasavvufi birikimleri ile ilgili günümüze bilgi aktaran “Ahi Fütüvvetnameleri” ve Ahiler hakkında kayıt tutan seyyahların gözlemleri bizlere ahiliğin beslendiği kaynaklar ve ruhunu oluşturan unsurlar hakkında önemli bilgiler vermektedir.

Ahilik, tamamı ile Türk kültürünün ve inancının ağırlıklı olarak kendi öz kaynaklarından ve az da olsa farklı kaynaklardan beslenerek oluşturduğu bir sistemdir. Sistem İslam inancı ile birlikte, İslam öncesi kadim Arap geleneklerinden de beslenmiştir. Beslenilen bu kaynaklar içerisinde en önemlisi hiç şüphesiz ki kadim Arap “feta” ve “fütüvvet” geleneğidir.

“Feta” Arapların, ahlaki erdem ve hasletlere sahip olan gençlerine verilen bir isimdir. Özellikle toplumsal barış, yardımseverlik ile ticari alanda kalite ve doğruluğu gaye edinen Arap gençlerinin adıdır. Nitekim kökleri “cahiliye dönemine” kadar gitse de, asıl manasını tamamı ile İslam dininin nüzulü ile birlikte bulmuştur ve tamamlamıştır. Bu telakkinin İslam tarihi içerisinde en önemli örnekleri “Hılful Fudul” ve Hz. Peygamber’in kurduğu “Medine Pazarı”dır.

Erdemliler Cemiyeti olarak adlandırılan Hılful Fudul, Hz. Peygamber’in gençlik yıllarında katıldığı bir cemiyettir. Feta denilen yiğit ve erdemli kişilerin bir araya gelerek yeminleşerek oluşturdukları bu cemiyetin esas gayesi toplumda haksızlığa uğramış, fakir ve desteğe muhtaç kişilere yardım etmektir. Hz. Muhammed, risaletinden sonra dahi toplumsal dayanışmayı güçlendiren bu topluluğu anmış ve önemini şu sözlerle ifade etmiştir:

“Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde bir antlaşmaya katıldım. İslam çağında dahi böyle bir antlaşmaya çağırılsam gene kabul eder ve katılırım. Çünkü İslam, Hılful Fudul’u destekleyip güçlendirmekten başkasını yapmaz.” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 295.)

Kadim Arap geleneğinde bulunan feta kavramı, İslam ile birlikte daha da güçlenmiş, İslam’ın mümin insanlara yüklediği bütün müspet özellikler ile iç içe geçmiştir. Bu dönem ile birlikte feta, tamamen İslam’ın ideal olarak örnek gösterdiği insan tipi olarak anılmaya başlanmıştır. Fütüvvet mensupları Hz. Muhammed’in izinden giden, onun ahlakı ile donanmış, onun erdemliliğine sahip olan kişiler olarak anılmaya başlamıştır. Fütüvvet mensuplarının beslendiği en temel kaynak yüce Kur’an-ı Kerim olmuştur.

İslam inançları ile Arap ahlak ve geleneğinin de baskın olduğu fütüvvet düşüncesi, özellikle İslam fetihleri sonrası tasavvufi birikim ile kaynaşmış, iç içe geçmiş ve yayılma alanı bulmuştur. Bu dönemde fütüvvet ve feta birçok İslam âliminin de görüşleri ile sistemleşmeye başlamış. Fütüvvet ile ilgili müstakil eserler kaleme alınmaya başlanmıştır. Fütüvvetname adı ile anılan bu eserler, fütüvvet ve Ahilik düşüncesinin felsefi temel ve doktrinlerini oluşturmuş, bu düşüncenin aktarımı ve devamlılığını sağlamış, birçok tekke ve medresede okutulmuştur.

Hatta bu dönem içerisinde fütüvvet mensubu kişilerin siyasi hayatta da etkin olmaya başladıkları görülmektedir. Özellikle fütüvvet telakkisi Abbasi halifesi en-Nasr Li-Dinillah tarafından tamamen sistemleştirilip müessese hâline getirilmiştir. Abbasi coğrafyasının her yerinde, bütün İslam şehirlerinde fütüvvet teşkilatları oluşturulmuştur. Bu teşkilatlar vasıtası ile toplumsal, dinî, siyasî ve iktisadî alanlarda devlet otoritesini güçlendirmiştir. Toplumsal hayat fetalar eliyle düzeltilmeye çalışılmıştır. Devlet otoritesinin zafiyete uğradığı, toplumsal karışıklıkların meydana geldiği dönemlerde fütüvvet mensupları, merkezî otoritenin güçlenmesini sağlamış, toplumsal ihtilaf ve karmaşanın ortadan kalkmasına vesile olmuşlardır. İslam tarihinin en kanlı ve karanlık dönemi olarak tabir edilen Moğol zulmü zamanında Moğol baskısına karşı savaşan ve direnç oluşturan en önemli zümre Ahiler olmuştur.

Kadim fütüvvet geleneğinin yayılma sahalarından birisi de bu dönemde zirve dönemini yaşayan Selçuklu Anadolusu’dur. Özellikle fütüvvet düşüncesine mensup âlimler ve kişiler Abbasi siyaseti neticesinde Anadolu’ya gelmiş ve burada faaliyetlerde bulunmuşlar, bilhassa da Müslüman Türkler arasından hızla taraftar kazanmaya başlamışlardır.

İslami fütüvvet telakkisi bu dönemde Türk kültür ve medeniyeti ile karşılaşmış, âdeta zaman içerisinde içi içe geçmiş ve “Türk Ahiliği”ni doğurmuştur. Özellikle feta ve fütüvvet düşüncesindeki erdemlilik, yardımseverlik, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma vb. olumlu özellikler Türklerdeki başta “alp”lik olmak üzere birçok özellik ile benzeşmiştir.

İslami fütüvvet felsefesi, Türk Ahiliği olarak Anadolu’da kendini bulmuş, birçok önemli misyonu yüklenmiş ve yerine getirmiştir. Öncelikli olarak Anadolu’nun Türkleşip İslamlaşmasında Ahilere büyük iş düşmüş, Ahiler Anadolu’da İslam varlığının yayılmasında ve kendi medeniyetini kurmasında etkin bir rol oynamışlardır.

Ahilik medeniyetinin oluşmasında başta Ahilerin Anadolu’da piri olan Ahi Evren olmak üzere birçok tasavvuf erbabının katkısı çok büyük olmuştur.

Ahiler Anadolu’da tekke ve zaviyeler inşa etmişler, vakıflar kurmuşlar, imaretler inşa etmişler, yardıma muhtaç halka yardım etmiş, yeni göçler ile gelen halkın yerleşmesine ön ayak olmuş, yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını gidermişlerdir. Şehirlerin kurulmasını ve halkın gerekli ihtiyaçlarının giderilmesini sağlamışlardır. Sanayi alanları kurmuşlar, çarşılar inşa etmişlerdir. Anadolu’nun ekonomik anlamda bir ticaret merkezi hâline gelmesinde önemli bir rol oynamışlardır.

Özellikle Müslümanlar, Anadolu’ya geldiğinde daha önceden burada yerleşik olarak bulunan gayrimüslimler karşısında yaşadıkları sıkıntıları Ahilerin yardımı ve girişkenliği ile aşmışlardır. Nitekim yerleşik bir düzenleri, çarşıları, kurum ve kuruluşları olan gayrimüslimler karşısında zorlanan Müslüman esnafa Ahiler kurdukları sistem ve dayanışma ile yardım etmiş, onların güçlenmesini sağlamıştır.

Özellikle belirtmeliyiz ki  Ahilik düşüncesini esnaf zümreleri ile sınırlandırmak tamamı ile yanlıştır. Ahilik, yazımızın başından itibaren ifade ettiğimiz gibi çok yönlü medeniyet kurucu bir unsurdur. Ahilik esas itibarı ile tasavvufi bir sistemdir. Türk tasavvufi hayatının oluşturduğu felsefi bir yapıdır. Bu tasavvufi sistem özellikle esnaf zümreleri arasında taraftar bulmuş ve yayılma göstermiştir. Esnaf zümresi içerisinde yayılması ise Türk ticari hayatını müspet manada etkilemiş, onun hayatının zenginleşmesini ve kaliteli bir sistem oluşturmasını sağlamıştır.

Ahilik düşüncesinin mensubu olan Ahiler, insani ilişkileri, ahlaki karakterleri, erdemli davranışları, doğru ve dürüst tavırları ile Türk ekonomik ve sosyal hayatının zirvesini oluşturmuşlardır. Selçuklu Anadolu’sunda şekillenen bu ahlaki sistem, Osmanlıların kuruluş döneminde etkin olmuş, hatta lonca sistemi kuruluncaya kadar bozulmadan dinamik bir şekilde devamlılık sağlamıştır. Özellikle kuruluş döneminde Osmanlıların Bizans uçlarındaki mücadelelerinde, Balkan coğrafyasının Türkleşip İslamlaşmasında gaza yapan zümrelerin başında Ahiler gelmiştir. (Umut Güner, Tarihte Fütüvvet ve Ahilik s. 130.)

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, İslam inancı ile Türk kültür ve medeniyetinin birleşerek oluşturduğu bu felsefi sistem, bizim medeniyetimizin en önemli kaynaklarından birisidir. Maalesef günümüzde medeniyetimizin oluşturduğu bu ahlaki sistemin ve temsilcilerinin izleri silinmek üzeredir.

Ahilik her yönü ile örnek alınabilecek bir felsefi sistem, bir medeniyet unsuru; Ahiler ise her yönü ile örnek alınabilecek ideal bir insan portresidir. Küreselleşen ve sekülerleşen bir dünyada Ahilik bizim için kendi öz ruhumuzda bulunan, geçmişimizden çıkarıp bu güne taşımamız gereken bir medeniyet unsurumuzdur. Gençlerimiz için ideal olarak görülebilecek eşsiz bir örnekliktir. Kapitalizm karşısında varoluş mücadelesi veren sanayimiz, zanaatkârlarımız ve esnaflarımız için bir kurtuluş reçetesidir.

Ahilik ve Fütüvvet ruhunun tekrar ihya edilmesi, insani ilişkilerimizin düzenlenmesi ve esnaf ahlakımızın oluşturulması demek medeniyetimizin tekrardan ihyası demektir. Tarihî tecrübelerimize ve medeniyet oluşturan unsurlarımıza tekrar dönmek ve bu kaynaklardan beslenmek dileği ile…

Umut Güner

Nasreddin Hoca kimdir?

Türk güldürü edebiyâtının önde gelen figürü olarak Nasreddin Hoca’yı tek bir mücessem kişide aramak doğru mudur bilinmez; ama millî hayâtımızın bir cüzü olduğu ve nüktedan Anadolu insanının pratik zekâ, kavrayış, lâfı gediğine koyma, özlü ve hakîmâne ifâde gibi kaabiliyetlerinin onda tecessüm ettiği ve bizim ayrılmaz bir parçamız olduğu bir doğrudur. N. Albayrak’a göre, “Yaşadığı dönem, doğum ve ölüm yılları, tarihî kişiliği ve ailesi hakkındaki bilgiler tartışmalıdır. Yaşadığı dönem ve yöre hakkındaki en önemli kanıtlar Akşehir’deki türbesi, soyundan geldikleri söylenen kişilere ait mezar taşı kitâbeleri ve adına kurulmuş olan vakıfla ilgili Fâtih Sultan Mehmed devrine ait bir arşiv belgesidir. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Nasreddin Hoca, Sivrihisar’ın Hortu köyünde 605 (1208) yılında doğdu. Köyün imamı olan babası Abdullah’tan sonra bu görevi kendisi üstlendi.

Ardından Akşehir’e göç etti, burada kadılık yaptı ve 683 (1284) yılında öldü.”

Kabûl edilen en doğru bakış açısı yukarıdaki kayıttır. Yine de Hoca hakkındaki çeşitli aktarımlardan bahsetmekte fayda var. Bunların arasında Halîfe Hârun Reşid döneminde (786 – 809) yaşamış olduğundan tutun, Harezm hükümdârı Alaeddin Tekeş’in (1172 – 1200) muâsırı olduğundan veya 13. asırdaki Selçuklu hükümdarlarından bir Alâeddin’in çağdaşı olduğuna yâhut Timur’la Bâyezid devrinde yaşadığına dek türlü rivâyetler vardır; fakat Türkçe’de Hoca’dan bahseden en eski yazma eser Cem Sultân’ın maiyetindeki Ebû’l-Hayr Rûmî tarafından kaleme alınıp 1480’de tamamlanan, Sarı Saltuk’un menkıbelerinin anlatıldığı Saltuknâme’dir.

İsmâil Hâmi Dânişmend, anonim bir Selçuknâme’ye dayanarak Hoca’nın Moğol istilâsı devrinde zarâfet, talâkat ve siyasetiyle halkı zâlim Moğolların baskısından kurtarıp haracı hafifletmeye çalışan bir halk babası olduğunu ve Konya’da Sultanlığın müstevfîlik, yâni Mâliye Nâzırlığı, makâmına gelerek bu işleri hallettiğini aktarmıştır. Yine aynı kaynağa göre Çobanoğulları’nın üçüncü emîri Muzafferü’d-din Yavlak-Arslan’ın oğlu olan “Nasıruddîn”, babasının saltanat kavgalarında maktul düşmesi üzerine onun yerine bey olmuştur. Dânişmend, Konya’daki sergüzeştinde geçen Selçuklu Mesud’un ve Moğol idarecinin (Geyhâtu) 

sonraki anlatılarda Bâyezid ve Timur’la, Moğolların da Tatarlarla yer değiştirdiğini öne sürer ve bu vesîleyle ilginç bir kariyerle onu reel târihe bağlar.

Hoca’nın fıkraları kültür tarihçiliğinin meselesi olarak ele alınmış ve kendisi, kişiliğini yansıtan bâzı eski güldürü edebiyâtı kahramanlarının envanterini devralan bir figür olarak görülmüştür. Bunların başında 10. asırda Kûfe’de Fazâra kabîlesinden Cuhâ adlı bir nükteci kişi gelmektedir. Fehim Bayraktareviç’e göre 10. asır Arap bibliyografı İbnü’n Nedîm’in el-Fihristadlı kitabında da Cuhâ Fıkraları Kitabı (Kitab-ı Nevâdir-i Cuhâ) olarak geçen ve bizden önce Batı’ya ulaşan bu güldürü hikâyeleri 15 ve 16. asırlarda Türkçe’ye çevrilerek Nasreddin Hoca’ya mâl edilmiştir. Ayrıca Fars edebiyatına da yansıyan Cuhâ çevirileri Acem şâirler kanalıyla daha eski târihlerde de Anadolu’da bilinir hâle gelmiş olabilir. Nitekim Mevlânâ’da birkaç Cuhâ hikâyesi yer almaktadır. Diğer yandan, Cuhâ isminin “Hoca” olarak bir tehâfül geçirdiğini söylemek de bu vesîleyle kolaylaşır gibi olsa da bunu Farsça’da seçkin erkek anlamındaki hâce’ye bağlayanlar da vardır.

Nasreddin Hoca salt Arap Cuhâ’dan neşet etmiş demek zordur; fakat Türk dünyâsında pek çok güldürü karakterini içine aldığı veya doğurduğu bir gerçektir: Karakuş, Behlül, Ahmet Akay, Navöi, Aldarkösö, Apandi (Efendi) gibi yerel veya anonim nitelikli isimler kanalıyla geniş bir coğrafyada fıkraları anlatılmıştır. Ayrıca fıkraları kanalıyla Türkçemiz pek çok deyim ve atasözü kazanmıştır. Bunlardan bir kısmı özgün fıkralarda yer aldığı gibi, sonradan işlenmiş fıkralar du tip anonimleşmiş sözlere kaynaklık etmiştir.

Göktürk Ömer Çakır

Tarihte Fütüvvet ve Ahilik Kitabı

Akademisyen Tarihçi ve Felsefeci Umut Güner tarafından kaleme alınmış bir kitaptır.

Kitap hakkında

Ahilik, bir Ortaçağ esnaf teşkilâtıydı. Batı’daki lonca teşkilâtının, Türkleştirilmiş ve İslamlaştırılmış bir modeliydi. Aslında, ekonomik bir müessese olarak kurulmuş olsa da, zamanla ekonomik olduğu kadar İslâmî ve insanî renkleri de olan bir müessese mahiyeti kazandı. Ona bu renkleri biz kattık. Nitekim, bu teşkilâtın bir diğer ismi olan “fütüvvet”; cömertlik, eliaçıklık, mertlik, delikanlılık mânâlarına geliyordu. Daha evvelki devirlerde Bizans’ta, Türk-İslâm dünyasında Selçuklularda bulunan bu müessese, Osmanlılarda devam etti. Ancak Batı Avrupa’da tamamen, çalışanların Feodal Bey lehine kontrol ve istismarını hedefleyen bu müessese, Selçuklular ve bilhassa da Osmanlılarda, çalışanların ve tüketicilerin korunmasını hedefliyordu. Dolayısıyla, iktisadî yönüyle bir esnaf teşkilâtı olan Ahilik, manevî yönüyle âdeta bir tarikat gibiydi. Kendisine ait ahlâkî, insanî ve dinî kaideleri vardı. Bu yönüyle de cemiyetin sadece ekonomik gelişimine değil, sosyal, kültürel, insanî ve manevî gelişimine de hizmet ediyordu. Umut Güner’in -Dinî, Siyasî ve Sosyal Yönleriyle- Tarihte Fütüvvet ve Ahilik adlı bu kitabı, Türkiye Selçukluları döneminde Anadolu’nun maddî-manevî yapılanmasını idrak etmeye katkı sağlayacak bir çalışmadır.