Değerler Eğitimi

Okullar, insan yaşamında yeri doldurulamaz bir öneme sahip olan, insanın merkezi konumda olduğu yaşam alanlarıdır. Sugarman’nın ifadesine göre okullar, ev çevresi ile daha geniş sosyal çevre arasında bir köprü işlevine sahip olan ve çocukların bir birey olarak konumlandırıldıkları kurumlardır. Okul, okul öncesi dönemden itibaren gençlik döneminin sonlarına kadar eğitim-öğretim faaliyetlerinin sistemli bir şekilde uygulandığı tek kurumdur. Okulların birey ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak gibi önemli işlevleri vardır. Okullar öğrencilerin akademik öğrenmelerini gerçekleştirdikleri bir kurum olmasının yanı sıra; öğrencilerin sosyal, psikolojik ve ruhsal gelişimlerini destekleyen, topluma uyumlu sağlıklı bir birey olmalarına hizmet eden ve toplumun benimsediği değerleri öğrencilere aktararak kişilik sahibi bireyler yetişmesine yardımcı olan sosyal bir kurumdur. Okulların bu fonksiyonları gerçekleştirebilmesi için değerler eğitimine yer vermesi kaçınılmazdır.

Okullar, gelecek kuşakların davranışlarını, değerlerini ve alışkanlıklarını etkileme gücüne sahip olmalıdır. Çağımızın getirmiş olduğu olumsuz durumlar karşısında, okullar öğrencilerine sağlıklı tercihler yapabilmeleri için seçenekler sunabilmeli ve ayrıca öğrencilerin kendi tercihlerini yapabilmeleri için yol ve yöntemleri gösterebilmelidir. Bir toplumun istikbalinin karakterli ve iyi yetişmiş nesillere bağlı olduğu bilinen bir gerçektir ve tabiî olarak insanların iyi bir karaktere kendiliğinden sahip olması mümkün değildir. Bu sebeple okul öncesi dönemden üniversite yıllarına kadar her bireyin, sağlıklı ahlaki kararlar alabilmesi ve uygun ahlaki davranışlar sergileyebilmesi için gerekli olan becerive değerlerin kazandırılması okulların ana hedefleri arasında yer almaktadır. Toplum açısından bakıldığı zaman da çocuklara değerlerin öğretilmesinde, öğretmenler ve okullara karşı beklentiler mevcuttur. Okullar ve öğretmenler bu beklentileri karşılamak zorunda olduğu gibi, okul yaşamında ve eğitimde tartışılan ihtilaflı değerleri öğrencilerin, ailelerin, toplumun ilgi ve ihtiyaçlarını, profesyonel uygulamaları göz önünde bulundurarak açığa kavuşturmak zorundadır.

Gelecek nesillerin “akıllı” ve “iyi” bir birey olarak yetiştirilmesi, bütün toplumların eğitim sistemlerinin temel amacıdır. Hatta eğitim sistemi bu iki amaç üzerine bina edilir. Yani başka bir deyişle hem bilgili hem de değerler sistemine sahip bireylerin yetiştirilmesi amaçlanmaktadır. İyi birey olmak, akıllı ve zeki olmak anlamına gelmediği için; toplumlar hem zeki hem de iyi bireyler sayesinde, zekâsını insanların yararına kullanan ve daha iyi bir dünyanın yaşanmasına hizmet edecek vatandaşlar yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu sebeple çağımızda, okullardaki eğitimin en önemli konularından biri ahlak ya da değer eğitimi olmuştur Lickona. Dilmaç ise eğitimin nihai amacının, tam bir insan olma, sahip olduğu potansiyeli en yüksek düzeyde gerçekleştirme, olabileceğinin en iyisi olma, doyum elde etme olması gerektiğini vurgulamıştır.

Maslow’a göre eğitimin, asgari olarak iyi bir hayat, iyi bir insan ve iyi bir toplum oluşturmak adına gösterilen kısmi bir çaba olarak görülmesi gerekir. Bu gerçeğin göz önünde bulundurulmaması, realiteyi, ahlakı ve ahlaki sistemlerin hayatımızdaki önemini ihmal etmek anlamına gelir. Ayrıca, ‘’Aşkın düşünce alanı ile bağlantısını koparmış bir eğitim, insan yaşamının anlamı hakkında söyleyecek önemli hiçbir şeyi olmayan bir eğitimdir.’’ Girgin’nin ifade ettiği gibi insan da bir değerdir ve eğitim insanın yeteneklerini ve ilgilerini geliştirmesine yardımcı olmasının yanı sıra, sevgi ve saygı gibi insani değerler aracılığıyla barış ortamında kişisel gelişimine katkıda bulunmalı ve demokrasi ile sonuçlanmalıdır.

Değerler eğitimi, okul içerisinde öğrencilerin pedagojik yönlerini besleyen; pozitif ve ahlak bakımından ilerlemelerini sağlayan,  olumlu sosyal ilişkiler geliştirmelerini destekleyen ve hatta akademik başarılarının geliştirilmesini de içeren kapsamlı bir süreçtir. Değerler eğitimi ahlak eğitimi, karakter eğitimi şeklinde de ifade edilmektedir. Değerler eğitiminin iki temel hedefi vardır. Bunlar, insanların yaşamlarından tatmin olmasını ve daha iyi karakterli bir birey olarak yaşamına yön vermesini sağlamaktır. Değerler eğitimi bu doğrultuda, gençlerin değer geliştirmesine hizmet etmektedir. Değerler eğitimi günümüzde çok etkili bir eğitim alanıdır. Bu sebeple sadece okullarda yapılan bir eğitim olarak düşünülmemeli ailenin de rolü göz önünde bulundurulmalıdır. Okullar, ailede edinilen değerlerin daha da sağlamlaştırılacağı ve üzerine yeni değerlerin bina edileceği ortamlardır.

Her ülkenin eğitim felsefesi doğrultusunda belirlediği hedefleri mevcuttur ve bunlar “genel hedefler” olarak eğitim sisteminde yerini alır. Genel hedefler ideal insan yetiştirmeyi amaçlar. Bu hedefler oluşturulurken ülke içerisindeki tüm okullar göz önünde bulundurulur ve öğretim sürecine yön verir. Bunlar o toplumun değer ve ideallerini yansıtırlar. Türk Milli Eğitimi’nin genel amaçlarına baktığımızda; “Bütün bireyleri: Türk Milletinin millî, ahlaki, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren yurttaşlar olarak yetiştirmek” ve “beden, zihin, ahlak ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı bir şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek” ifadeleri dikkat çekmektedir.

Görüldüğü üzere temel değerlerin kazandırılması Türk Milli Eğitim Temel Kanunu’nun genel amaçlarında yer almaktadır. Bunun yanı sıra pek çok ders programının amaçları arasında temel değerlerin kazandırılması mevcuttur.

Ülken’e göre eğitimde verilmesi gereken değerler üçe ayrılır:  Bunlar aşkın (din, ahlâk) değerler, içkin (teknik-sanat, fikir)değerler ve normatif (hukuk, dil, iktisat) değerlerdir. Bu üç değer alanında içkin değerler duyulara dayandırılırken, aşkın değerler duygulara duyulara ve normatif değerlerse duygular ve duyular aracılığı ile kavramlara dayandırılmıştır.Lickona’ye göre ise okullarda verilmesi gereken değerler başta saygı ve sorumluluk olmak üzere; dürüstlük, adalet, hoşgörü, sağduyu, öz-disiplin, yardımseverlik, merhamet, işbirliği, cesaret ve demokratik değerlere sahip olmaktır.

Bülent Dilmaç ve Zeynep Şimşir

Teknoloji Medeniyeti ve Kodlama Dersleri

18. ve 19. Yüzyıl arası dönemde, “Birleşik Krallığın” öncülüğünü yaptığı “Sanayi Devrimi”, takip eden yüzyıllar içerisinde hızlı bir şekilde bütün Avrupa coğrafyası ve Kuzey Amerika’yı kapsayacak şekilde bir gelişim gösterdi. Bu dönemde başta devletler olmak üzere, özellikle de hakim “burjuva sınıfı”nın bireysel çabaları ile temelleri atılan sanayileşme faâliyetleri aynı zamanda yeni teknolojik gelişmelere gebeydi. Nitekim devlet ve özel girişimci eli ile Avrupa’da başlayan fabrikalaşma faâliyetleri aynı paralellikte yeni alanlar ve imkanlar doğurdu.

Yukarıda ifâde ettiğimiz tüm bu gelişmeler aynı zamanda modern devletlerin oluşumunu gerçekleştirdiği gibi aynı zamanda da devletlerin politikalarını ve ekonomik felsefelerini de şekillendirdi. Muhtelif devletler kendi sanayileri ölçeğinde yeni düzenin teknolojik rekâbet ortamında diğer devletler ile karşı karşıya geldiler. Devletlerin sanayileşme temelindeki teknolojik rekabetleri “markantelizm” gibi ekonomi felsefelerini doğurduğu gibi aynı zamanda da devletleri ileriye dönük yeni araştırmalar ve bilimsel gelişmelere sevk etti.

Avrupa kıtası başta olmak üzere Dünya üzerinde hızlı bir gelişim evreleri gösteren sanayileşme ve teknolojik faâliyetler yeni savaşları doğurduğu gibi; aynı zamanda da bu yeni savaşlar devletleri daha ileri askeri sanayi yatırımlarına ve daha ileri bir teknoloji arayışına itti. Teknolojik gelişmeler savaşları doğurmakla kalmadı aynı zamanda devletleri yeni teknolojiler için teşvik ve tahrik etti.

Özellikle II. Dünya Savaşı’nda devletlerin askeri sanayilerinin yarattığı muâzzam ilerleme “Modern Uzay Çağı” veya diğer adı ile “Bilgisayar Çağı”nı doğurdu. Yâni bugün içerisinde etkisi altında yaşadığımız bilişim çağı Dünyaya egemen oldu.

Bilgisayar sistemlerinin  önemini yaratan unsur, elektronik alt yapı olduğu kadar bu yapının işleneceği işletim sistemleri ve yazılımlardır. Bilgisayar sistemlerini yaratan ve oluşturan yapay dil, yâni programlama dili tamamı ile bireysel  yetenekler ve hayal gücünden beslenmesi sebebi ile insanoğlunun muazzam nitelikte programlar ve eletronik sistemler oluşturmasını sağladı. Aklınıza gelebilecek bütün teknolojik ürünler, kendi içerisinde yazılımcılar tarafından yazılan milyonlarca kodlardan müteşekkil sistemlerdir. Askeri sanayiden tıp teknolojisine, bireysel kullancılara hizmet eden bilgisayarlardan yeni nesil Android ve İOS cep telefonlarına kadar bütün sistemler yazılımlar ile inşâ edilmiş sistemlerdir.

Yukarıda ifâde ettiğimiz tüm gelişmeleri ve alt yapıyı hazırlayan Batı’nın birikim ve kâbiliyeti aynı zamanda da kendi ülkelerinin ve insanlarının geleceği için gereken alt yapıyı hazırlamakta da hiç gecikmedi. Özellikle programlama dili adını verdiğimiz yeni teknolojileri inşâ eden yazı dilinin en önemli faktörünün insanların bireysel kabiliyet ve hayal gücüdür. Bu durumun  farkında olan bir çok Avrupa devletleri bu minval üzere vatandaşlarını programlama, yâni teknolojik yazılımları ile ilgilenmeye sevk ettiler ve kendi vatandaşlarına verdikleri en temel eğitimlerin yanında bir de programlama eğitimleri vermeye başladılar.

Hayal gücünden ve bireysel becerilerden beslendiğini söylediğimiz Bilgisayar yazılımları üzerine, “programlama/kodlama” ve “teknolojik yazılımlar” gibi bir takım dersler Batı’da eğitim kurumlarında en temel ders olarak yıllardır verilimektedir.  Özellikle çocukların hayal dünyasının genişliği, soyut ve somut düşünmedeki belirgin nitelikleri küçük yaşlarına rağmen çocuk mucidler yetiştirdi ve yetiştirmeye de devam etmektedir.

Batı’nın farkına vardığı bu muazzam cevher ve zenginlik Avurpa ve Amerika tekonojilerini âdeta rekâbet edilemeyecek bir düzeye getirdi. Ve bu durum aynı zamanda da biz Türk ve Müslüman toplumları hem taklitçilik ile yetinmeye sevketti hem de ezilmişlik ve yenilgi psikolojisini bizlere yaşattı.

Batı’nın genç nüfusunun azlığına rağmen sahip olduğu bu zenginlik ve cevhere Türkiye Cumhuriyeti Devleti başta olmak üzere genç nüfus potansiyeli yüksek olan toplumlar, eğer gençlerine gereken eğitimi verirlerse fark yaratabilicek ruha sahiptirler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti genç ve dinamik bir toplum olduğu için fark yaratabilecek bir potansiyeli vardır. Bu nedenle ciddi bir devlet politikası ile gençlere yönelik olarak Bilgisayar sistemleri yazılım derslerinin eğitim ve öğretim halkasına dahil edilmesi gerekmektedir.

İlk okullar başta olmak üzere, en temel dersler olan Türkçe, Matematik ve Tarih gibi derslerin yanında muhakkak “kodlama dersi” koyulmalı ve gereken müfredât ciddi bir çalışma ile en iyi şekilde hazırlanmalıdır.

Türk Devleti’nin küresel sistemde dirâyetli ve güçlü bir şekilde var olabilmesi için, bu teknolojik rekâbat ve savaşa geçte olsa dahil olması gerekmektedir. Bir şekilde kendi alt yapımızı oluşturmak zorundayız. Çocuklarımıza erken yaşlarda vereceğimiz “programlama dili” eğitimi, devletimizin geleceği için büyük önem arz etmektedir.  Gençlerimizin teknoloji ve teknolojik aletlere olan tutkusu da böylece ulvî bir amaca dönüştürülmüş olacaktır. Teknoloji Çağı’nda, kendi dinamikleri ile güçlü bir Türkiye için gereken en temel gaye, devlet politika ve felsefelerimizden birisi de bu olmalıdır.

Tarihçi ve Felsefeci Umut Güner

e-Ansiklopedi nedir?

e-Ansiklopedi nedir?

e-Ansiklopedi, bilgi kirliliğine mahal vermeyen, doğru kaynaklardan tarafsız ve gerçek bilgileri toplumun yararına sunan bir sosyal girişimdir. İnternet’in yarattığı bilgi çöplüğünde, manipüle etmeyen, algı oluşturmayan bilgi kaynağı olarak kendisini tanımlamaktadır.

Ünlü filozof Francis Bacon’un ifâdesi ile “Bilgi Güçtür” mentalitesinden hareket ederek, içinde bulunduğumuz enformasyon/bilgi çağı’nda insanların, toplumların ve devletlerin bilgiye olan ihtiyaçları bir gerekliliktir. Bilgiye sahip olan gücü elinde bulundurmaktadır. Bilgi, insanlığın yarattığı tüm maddi ve manevi değerleri ifâde etmektedir. Binlerce yıllık tarihi birikimde üretilen bilgi muazzam boyutlara ulaşmıştır.

İçerisinde bulunduğumuz internet çağında insanlığın binlerce yıldır ürettiği muazzam bilgi birikimine ulaşmak ve öğrenmek kolaylaşmıştır. İnternette ve özellikle de sosyal medya mecralarında bilgiye ulaşmak ve paylaşmak bilgisayarlar, tabletler ve telefonlar ile çok rahat ve pratik hale gelmiştir.

Fakat, bilginin kolay üretilmesi ve tüketilmesi ile kolaylıkla ulaşılabilir olması muhtelif sorunları da beraberinde getirmiştir. Özellikle de yanlış, taraflı ve insanların algılarını değiştirmeye ve etkilemeye yönelik bilgi internette platformlarında doğru bilgiye ulaşmak isteyen insanları taciz etmekte ve kafalarını karıştırmaktadır.

İnternet’in yarattığı tüm bu olumsuzluklara rağmen, e-Ansiklopedi bir sosyal girişim olarak insanlara doğru bilgileri aktarmaya ve paylaşmaya gönül vermiştir. Ürettikleri içeriklerin tarafsız, gerçek ve doğru olmasına özen gösteren gönüllü editörler tarafından, ilgili içeriğin uzman kişilerinin görüş ve fikirlerinden derlenerek oluşturulmaktadır.

Herkesin doğru ve gerçek bilgiye ulaşma/öğrenme hakkı vardır. e-Ansiklopedi.com bu hususuta yüklendiği ağır misyonu ile niteliklerinden asla ödün vermeden insanlığa hizmet için var olacaktır.

Nizamiye Medreseleri

İnsanoğlunun yaşamı boyunca tecrübî ve teorik olarak edindiği bilgiler eğitim, talîm ve terbiye olarak ifâde edilmiştir. İnsanın varoluş serüveni ve tecrübe kazanımı doğumundan itibâren başlamaktadır. İnsan, ilk eğitimini başta ailesi olmak üzere yaşadığı toplumdan almaktadır. Bunun yanı sıra vatandaşı olduğu hanedan/imparatorluk/devlet veya toplumun müessese olarak tesis ettiği eğitim kurumlarında muhtelif müfredatlar ile eğitilmektedir.

Bir din olarak İslâm eğitime üst düzeyde bir önem atfetmiştir. Özellikle vahiy öncesi dönemde eğitim faaliyetlerinin hiç yok denecek kadar az ve geleneksel usuller ile yapıldığı bilinen kadim Arap toplumunda, İslâm dini eğitim ve öğretim faaliyetleri hususunda büyük bir dönüşüm başlatmış; bu konuda gerekli olan bireysel ve toplumsal çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.

Hz. Peygamber’in risaleti ile birlikte İslâm toplumunda ilk olarak camiler ibadethane olmanın dışında eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yapıldığı yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle başta çocuklar olmak üzere her yaştan insan için camiler İslâm dini ile tanışma ve eğitim-öğretim kurumu olarak varlık alanı bulmuştur. Bunun yanı sıra Mescid-î Nebevî’nin bitişiğinde kurulan Suffa Mektebi kadın-erkek, genç ve yaşlı olmak üzere bütün inananlar için eğitim faaliyetlerinin yürütüldüğü yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilhassa İslâm dininin toplumsal hayatta kurumsallaşamaya başlaması ve fetihler ile yeni coğrafyalarda kendisine yaşam alanı bulması ile birlikte camilerin dışında çeşitli amaçlar için inşa edilen hangah, ribat, tekke ve zaviyeler de eğitim-öğretim faaliyetleri için aktif bir şekilde kullanılmıştır.

Tarihi süreçte İslâm medeniyeti, resmî eğitim ve öğretim hususunda İslâm coğrafyasının muhtelif yerlerinde kendi özgün eğitim kurumları olan medreseleri inşa etmiştir. Yazımızın konusu olan Nizâmiye Medreseleri, İslâm dünyasında kurulan ilk medreseler olmasa da amacı, tarihî misyonu ve müfredâtı bakımından tarihte önemli bir yere sahip olmuştur.

Nizâmiye Medreseleri’nin açılması hususunda bir çok devlet adamı ve bürokratın destekleri söz konusu olmuştur. Belh, Nişabur, Herat, İsfahan, Basra, Merv, Âmül ve Musul ve Bağdat olmak üzere İslâm topraklarının muhtelif yerlerinde Nizâmiye Medreseleri kurulmuştur. Bu medreseler arasında hiç süphesiz en meşhur olanı Bağdat’ta Dicle nehri kenarında  kurulan, yapımı iki yıl süren ve inşası için 600.000 dirhem harcanan Bağdat Nizâmiye Medresesidir. İnşa sürecinde Nehir kenarında halka ait alanların istimlâk edildiği ve bazı evlerin yıkıldığı da dönemin kaynaklarında zikredilmektedir. Yapımı biten Bağdat Nizâmiye Medresesi’nin açılışı 22 Eylül 1067 tarihinde halifenin de katıldığı muhteşem bir törenle yapılmıştır. Medresenin açılış törenini Ebû Sa‘d el-Kāşî idare etti. Açılışa devlet ricâli, tanınmış ulemâ ve halk olmak üzere bir çok kişi katılmıştır.

Nizâmiye medreselerinin kurulması hem bir dinî kaygı hem de devlet politikası olarak tasavvur edilmiştir. Bilhassa bu dönemde halk arasından hızla taraftar bulan bâtınî düşüncelere karşı sünnî akidenin güçlenmesini ve ehl-i sünnet geleneğine mensup kadroların yetiştirilmesi amaçlanmaktaydı.

Özellikle de Şii-Fâtımı halifesi el-Muiz’in emiri el-Cevher tarafından 969 yılında inşa edilen el-Ezher camii medresesinin batını düşüncenin merkezi olması ve İslâm dünyasında râfızî düşüncelerin yaygınlaşmaya başlaması üzerine bir resmi devlet politikası olarak inşa edilmiştir.

Nizâmiye Medreseleri her ne kadar bu amaçla kurulmuş olsalarda zaman zaman râfızî düşünce mensuplarının propagandaları neticesinde medreseler de mezhep çatışmaları da yaşanmaktaydı. Nitekim böyle bir dönemde Nizamü’l Mülk, medrese baş müderrisine bir mektup göndererek “Medresenin kuruluş amacının mezhep çatışmalarını kışkırtmak ve körüklemek değil ilmin korunması ve yaygınlaşmasını sağlamak” olduğunu ifâde etmiştir.

İslâm coğrafyasında Nizâmiye medreslerinden önce bir çok medrese inşa edilmiş ve bu medreselerin belirli bir müfredâtı söz konusu iken Nizâmiye Medreseleri kuruluşundan itibâren yapısı, işleyişi, şekli ve müfredâtı bakımından ayrıcalıklı ve özel bir yere sahip olmuştur.

Medrese de hoca ve öğrencilere mahsus odalar, dershâneler, mescid, kütüphane, yatakhâne, yemekhâne, hamam gibi muhtelif bölümlerden oluşan bir külliye niteliğindeydi. Medresenin ve öğrencilerinin bütün ihtiyaçlarının karşılanması için Nizamü’l Mülk vakıflar tesis etti. Medresenin yakınında çarşı inşa ettirerek gelirini medreseye tahsis etmiştir. Arazi, hamam ve bazı dükkanların gelirlerini müderris ve öğrencilere verilmesini sağladı.

Medresenin kuruluşundan sonra müderrisler bizzat Nizamü’l Mülk tarafından tanınmış meşhur ulemadan seçildi. Bilhassa Ebû Abdullah et-Taberî ile Ebû Muhammed Abdülvehhâb eş-Şîrâzî ve Gazzâlî’nin Nizamü’l Mülk’ün menşuruyla Nizâmiye Medresesi’ne müderris tayin edildiği bilinmektedir. Nizamü’l Mülkün vefâtından sonra onun soyundan gelenlerin yanında vezirler, sultanlar ve halifeler tarafından da müderris görevlendirildiği görülmektedir. Nizâmiye Medresesi’nin mütevellisi olduğu bilinen Süleyman b. Nizâmülmülk’ün 1240 yılındaki vefatından sonra müderrisler halifeler tarafından tayin edilmeye başlanmıştır.

Medreseye müderris olarak tayin edilen alimlere siyah bir cübbe giydirilmekte, sarık ve şal hediye edilmekteydi. Müderrisler görevinden ayrılırken sarık ve cübbelerini iâde etmek zorundaydılar. Kuruluşundan sonra kısa sürede bütün İslâm coğrafyasında ünü yayılan Nizâmiye Medreseleri’nde ders verebilmek için bir çok alimin birbirleriyle yarıştıkları hatta bazılarının mensup oldukları mezheplerini bile değiştirdikleri o döneme ait kaynaklarda ifâde edilmektedir.

Medreselerin kendisine özgün bir müfredât ve işleyişi söz konusuydu. Hocalar öğrencilerden yüksekçe bir mevkîde bulunan kürsüden derslerini işlemekte, derslerin saatleri hocaların ilmî mertebesi, mevsimler ve dersin niteliğine göre değişmekteydi. Derslerin işleyişinde belirli bir usûl uygulanmamaktaydı, her hoca kendi usûlü ile derslerini işleme konusunda serbestti. Dersler öğleden önce başlar, öğlen, ikindi, ve yatsı namazlarından sonra devam ederdi. Eğitim süresi 4 yıl olarak belirlenmişti. Derslerin dili Arapça olarak belirlenmiş ve öğretim tamamen Arap dilinde yapılmaktaydı. Medresede Nâib, hocalar ve yardımcı hocalar, muhasebeciler, kütüphâne görevlileri ve bir de namaz kıldıran imam bulunmaktaydı.

Nizâmiye Medreseleri’nde okutulan müfredât şu şekilde idi:

Din ve Hukuk Dersleri; Kur’an-ı Kerim kıraati, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam ve Usul, Dil ve Edebiyat Dersleri; Arap Edebiyatı, Farsa Edebiyatı, Sarf, Nahiv, Hitabet, Şiir, Cerh ve Ta’dil, Tarih ve Edeb, Felsefe Dersleri; Hikmet ve Mantık, Müsbet Bilim Dersleri; Tıp, Cerrahi, Riyaziye, Hesap, Hendese, Müsellesat, Nücûm(Astroloji), Hey’et(Astronomi) ve  Tabiiyat(Coğrafya).

Bağdat Nizâmiye Medresesi’nde 6 bin’e yakın öğrencinin, Nişabur Nizâmiye Medresesi’nde ise 400 kadar öğrencinin eğitim gördüğü ifâde edilmektedir. Nizâmiye Medreseleri’nden bir çok ünlü alim yetişmiştir. Bunlardan bazıları İbn Tümert, Ebu Bekir Muhammed b. Velid, İbn Asakir, İmadüddin el-İsfahanî’dir. Aynı zamanda dönemin bir çok ünlü alimi burada hocalık yapmıştır.

Medreselerin kendi bünyesinde medreseye bağlı kütüphaneleri bulunmaktaydı. Özellikle Bağdat Nizâmiye Medresesi’nin yanında zengin bir koleksiyona sahip büyük bir kütüphâne inşa edilmiştir. Nizamü’l Mülk, halktan ellerinde bulunan nadir eserleri bu kütüphâneye bağışlamalarını istemiş, alimlerden yazdıkları kitapları talep etmiş ve medrese kütüphânesini zengin bir hâle getirmiştir. İnşâ edilen kütüphâne hususunda o dönemi anlatan bir çok tarihi kaynakta kütüphânenin zenginliği ve görkemli olması ile ilgili hayranlık bildiren cümleler yazılmıştır. Mâlesef 1116 yılında çıkan bir yangında kütüphâne binası yanmış, öğrenci ve görevlilerin büyük çabaların ile kitaplar kurtarılmıştır.

Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh 589’da (1193) kütüphaneyi yeniden inşa etmiş ve sarayındaki binlerce cilt kitabını bu kütüphaneye bağılşamıştır. İslâm coğrafyasını kasıp kavuran Moğol saldırıları zamanında kütüphânenin zarara uğramadığı ifâde edilse de mâlesef bu zengin kütüphaneye ait hiçbir nadide eser günümüze ulaşamamıştır.

Nizâmiye Medreseleri tarihi süreçte muhtelif nedenlerden dolayı zamanla gerilemeye başlamış ve gözden düşmüştür. Gerilemesinin nedenlerinden birisi Halife Mustansır’ın kendi adı ile anılan ve Nizâmiye Medreseleri kadar ünlü olması amacı ile Mustansır Medreseleri’ni kurmasıdır. Özellikle de alim ve öğrencilerin halifenin himâyesi altında bulunan bu medreseyi tercih etmesi Nizâmiye Medreseleri’nin gerilemesini sağlamıştır. Gerilemenin bir diğer nedeni ise Dicle nehri kenarına inşa edilen medresenin üç kez sel’e ve daha sonra da  yangına maâruz kalmasıdır. 1272’de çıkan yangında medrese ile birlikte çevresindeki çarşılar  da harap olmuştur. Her ne kadar Cüveynî, vakıf gelirleri ile medreseyi tekrardan ihya etmeye çalışmış ise de tarihi süreçte medrese sosyal ve politik nedenlerle ortadan kalkmaya yüz tutmuştur.

Nizâmiye Medreseleri gerek kuruluş amacı ve misyonu ile gerekse de müfredâtın özgünlüğü ve zengin kütüphaneleri ile devrin siyasî, ilmî ve dinî hayatı üzerinde derin bir tesiri söz konusu olmuştur. Ehl-Sünnet akidesinin devamlılığı ve Türk-İslâm geleneğinin taşıyıcılığı hususunda önemli bir görevi üstlenmiştir. İslâm dünyasında taraftar bulan ve yaygınlaşan bâtınî akımlara karşı sünni omurgayı sağlamaştırmıştır.

Halife ve Selçuklu sultanlarının devlet politikalarının devamlılığını sağlamış, kendi özgün müfredâtı ile başta kendi dönemine ve daha sonraki yüzyıllara de etki eden meşhur alimlerin yetiştirilmesinde etkili olmuştur. Bir çok ünlü alim Nizâmiye Medrese’lerinin tedrisinden geçmiştir. Hüccetü’l-İslâm olarak tanınmış ünlü alim Gazzâlî’de Nizâmiye Medresesi’nde müderrislik yapmıştır.

Medreseler başta fıkıh, kelam ve hadis olmak üzere İslâmî ilimlere önemli bir katkı yapmıştır. Bu konular ile ilgili çok sayıda kitaplar telif edilmiştir. Yatılı ve burslu olması hasebiyle okumak için imkânı olmayan bir çok zeki gence imkanlar tanıdı. Nizâmiye Medreseleri kurulmadan önce de İslâm dünyasında varlığı bilinen medreseler bilhassa özel kuruluşlar olarak varlığını sürdürüken Nizâmiye Medreseleri devlet ve önde gelen yöneticiler tarafından himâye edilen eğitim kurumları olarak ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan daha sonraki yüzyıllarda devletlerin resmî olarak kuruluşunu tesis edip gözettiği medreseler için örneklik teşkil etmiştir.

Son olarak ise İslâm medeniyetinin kurup geliştirdiği medreseler Batı’da da benzer kurumların kurulup yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Birçok araştırmacı tarafından Salerno, Paris ve Oxford gibi Batı’da kurulan üniversitelerin de Nizâmiye Medreseleri’nden etkilendiği ifâde edilmiştir.

Umut Güner, Nizamiye Medreseleri