Malcolm X Oxford Konuşması

Siyah adamın, kendini korumak için gereken ne ise; onu yapmasını görmek için hiçbir şekilde gönülsüz ya da tereddütlü olmamasının bir sebebi vardır. Dediğime geldin… Onu (şiddet uygulamayı), beyaz adam yaptığı zaman iyi; ama siyah adamın (şiddete maruz kaldığında) gıkı çıkmamalı. Ola ki, siyah adam karşılık verirse, “radikal” oluyor. Tepki vermeden yerinde oturmalı, canı yanmamalı, şiddete başvurmamalı, düşmanını sevmeli. Sözlü olsun, başka türlü olsun; her çeşit saldırıyı hazzetmek zorunda. Ama herhangi bir şekilde savunursa, nefs-i müdafaaya çalışırsa; o zaman aşırılık yapmış oluyor.(gülüyor) Hayır, zannediyorum benden önceki konuşmacı tam da sorusunun cevabını alıyor. Benim aşırılığa inanmamın sebebi, entelektüel bir şekilde aşırılıktır; özgürlüğün savunulması için aşırılık, adaletin yerini bulması için aşırılık… Ben tüm kalbimle inanıyorum ki, siyah adam sağlam bir adım attığı gün ve kendi özgürlüğüm elimden alındı mı; kendi özgürlüğümü kazanmak veya bu adaletsizliğe bir çomak sokmak için gereken her yola başvurmakta gayet haklı olduğumun farkına vardığımda (bu davasında) yalnız başımıza kalacağımızı düşünmüyorum. Ben 22 milyon siyaha karşı, 160 milyon beyazın yaşadığı bir Amerika’da yaşıyorum. Siyah adamın, kendini korumak için gereken ne ise onu yapmasını görmek için hiçbir şekilde gönülsüz ya da tereddütlü olmamasının bir sebebi de gerçekten inanıyorum ki, bunu becerdikleri gün birçok beyaz, onlara (siyahlara) saygı duyacak. Ve şu ana kadar siyahların benimsedikleri “düşmanını ölümüne sev” gibi karaktersiz bir yaklaşımla kazandıkları beyaz sayısı (bu dik duruşları ile) daha fazla olacaktır. Eğer ben (siyahların zulme karşı dik durma hakkına sahip oldukları konusunda) yanlış isem; o zaman sen, ırkçısın (arkadaş)

Daha önce de söylediğim gibi:

– Ben, bir Müslümanım.

– Ben, İslam dinine inanıyorum.

– Allah (c.c.)’a inanıyorum.

– Hz. Muhammed (S.A.V.)’e inanıyorum.

– Tüm peygamberlere inanıyorum.

– Oruç tutmaya, namaz kılmaya, zekat vermeye ve Müslüman olmak için inanılması gereken ne varsa, inanıyorum.

Nisan’da Mekke’ye Hacc için gitme ve Eylül’de geri dönme bahtiyarlığını yaşadım; dini görevlerimi yerine getirmeye çalışmak için. Ama bu dine inanmakla beraber, şunu vurgulamak istiyorum ki; ben, aynı zamanda Amerikalı bir zenciyim. Ve öyle bir toplumda yaşıyorum ki, bu toplumun sosyal düzeni, siyah adamın köleleştirilmesine dayanmakta ve ekonomisi de yine siyah adamın köleleştirilmesine dayanmaktadır. Öyle bir toplum ki, 1964’te kurnaz, aldatıcı, düzenbaz bir yönetimle diğer ülkelerin “Amerika evini temizliyor” diye düşünmelerini sağlamış; ama gele gelelim ki, 1954’te, 1924’te ve 1984’te olan şeylerin aynısı, 1964’te de başımıza geliyor.

1964’te sorunlarımızı çözmesi gereken o “vatandaşlık hakları tasarısı” dedikleri şeyle geldiler; ama tasarı geçtikten sonra, 3 tane vatandaşlık hakları çalışanı acımasızca öldürüldü. Ve FBI’ın başındakiler, kimin yaptığını bildiklerini itiraf ettiler. Onlar, o zamandan beri ne olduysa bildiler: ama hiçbir şey de yapmadılar. Vatandaşlık Hakları Tasarısı hayalleri suya düştü. Ne kadar tasarı geçerse geçsin, benim memleketim olan bu ülkedeki siyah insanlar, bizim hayatımız hala beş para etmiyor. Hükümet siyah adama gelince hayatı ve mülkü korumak için gerekeni yapmaktan aciz olduğunu ya da bunu yapmaya gönülsüz olduğunu gösterdi. Bu sebeple benim savunduğum şey şu: Ne zaman ki, bir insan şu sonuca varırsa, destekledikleri hükümet kendi hayat ve mallarımızı korumak için isteksiz ya da beceriksiz olduğunu gösteriyor. Çünkü biz, yanlış deri rengine sahibiz. Biz, insan değiliz; ta ki, biz kendimiz bir araya gelir, hayatımız ve mallarımızın emniyette olduğunu görene kadar ne, nasıl, ne zaman gerekiyorsa onu yapana kadar (biz insan değiliz). Ve bu mecliste de (benimle) aynı konumda -veya aynı şartlar altında demeliyim- bulunup ta aynı şeyi yapmayı reddedecek birinin bulunduğunu hiç zannetmiyorum. Bu meselede haklı olduğumu görmeniz açısından, bir adım daha gidelim. Ve dediğim gibi ben (bir Müslüman olarak) konuşmuyorum; Amerikalı bir siyah adam olarak konuşuyorum ki, bu toplum ırkçı bir toplumdur. Siz ne kadar demokrasi hakkında konuşmalar duysanız da. O (Amerika) bir Güney Afrika kadar veya bir Portekiz kadar ırkçıdır. Güney Afrika ile Amerika’nın arasındaki tek fark; Güney Afrika ayrımcılığın vaazını veriyor ve ayrımcılığı da uyguluyor. Amerika, birleşmeyi vaaz ediyor; ama ayrımcılığı uyguluyor, tek fark bu. Dedikleri şeyi yapmıyorlar veya Güney Afrika, dediği şeyi uyguluyor; yanlış olsa bile. Nerde durduğunu bilmeme müsaade eden adama, bir melek gibi gelip; ama bir şeytandan farkı olmayan adamdan daha fazla saygı duyarım. Amerika’nın sahip olduğu hükümet sistemi, komedilerden oluşmaktadır. Ülkeyi yöneten 16 tane senatörlük komedisi var ve 12 tane de senato komedisi var. 16 tane senatörlük komedisinin 12’si, güneyli ırkçıların ellerinde. İnsana hiçbir şekilde değer vermeyen adamların ellerinde; Ve siyah adamın, kendi sahip oldukları makamlara asla gelememesini görmek için ellerinden geleni yapan adamların…

Bu adamların o bölgelerde bu güce sahip olmalarının sebebi; Amerika’nın kıdem (yaşı büyük olanın görev alması) sistemine sahip olmalarındandır. Bu kıdeme sahip adamların orada kök salmalarının sebebi de; bu adamların yaşadığı yerdeki siyah insanlar oy kullanamıyor. İşte sırf siyah adamlar oy hakkından mahrum edildikleri içindir ki, bu adamların hükümette böyle bir tesire sahip olmalarını mümkün kılan bu güce talip olmalarını sağlamıştır ki, bu güç onların entelektüel siyasi kabiliyetlerinin ve hatta temsil ettikleri bölge halkının sayısının ötesindedir. Bundan dolayı federal hükümet ne derse desin bu ülkede, federal hükümetin gücü, bu komitelerde gizlidir. Ve ne zaman ki, bir siyah adam veya siyah adamın menfaatine bir yasa söz konusu olsun: bir de bakıyoruz, işte bu komitelere takılmış. Ve adamlar komiteden bir şey geçirse bile kanun haline gelene kadar, üzerinde öyle oynanıyor ki, resmi kanun haline geldiğinde, uygulanacak bir kanun olmaktan çıkmış oluyor. Bir başka örnek de, 1954’te getirilmiş “ayrımcılık” kararıdır. Bu, bir kanun ve bu kanunu New York, Boston, Cleaver, Chicago veya kuzey şehirlerinden birinde yürürlüğe koyamadılar. Ve benim görüşüm şöyle: Senin, demokrasiye sahip olması gereken bir ülken var. “Hür adamın toprağı, yiğidin harman olduğu yer” olması gereken (bir ülken var). Ve çok uluslu ve medeni bölgelerinde bile siyah adamın yararına olan kanunları uygulamaktan aciz kalıyorsa; uygulanamayacak bir kanun olan vatandaşlık haklarını da geçirseler, bize ne faydası olacak ki! Bu sebeple benim görüşüm; hilebaz, aldatıcı, ırkçı bir toplumla karşı karşıya geldik ve bir değişim meydana getirebilmemizin tek yolu, onların anladıkları dilden konuşmaktır:

Irkçı, yumuşak bir dilden asla anlamaz!

Irkçı, şiddete başvurmayan bir dilden asla anlamaz!

400 yıl boyunca bizimle, kendi dilinde konuştu. Onun gaddarlığının kurbanı olan bizdik. Vücudumuzdan et koparan köpeklerine maruz kalan bizlerdik. O da sırf, “bahar mahkemesi kararı” dedikleri şeyi uygulamaya koymaları için protesto etmemizdir. Sırtımızdaki elbiselerimizi yırtıp atacak kadar kuvvetli su panzerleri tutulan bizlerdik. Bunu kendi gözünüzle gördünüz. Sırf, o kanun dedikleri şeyi uygulamaya koysunlar diye gösteri yaptığımız için. Bu ülke kendi kanununu, adamın cildinin rengi siyah olduğu için uygulamıyorsa; o zaman ben derim ki, bu adamlar (siyahlar) hükümetin kendilerine veremediği adaleti, kendileri elde etmek için her çeşit yönteme başvurmakta haklıdırlar. Haksız bir aşırılığı hiçbir şekilde savunmuyorum; ama bir adamın, insanın özgürlüğünü savunmak adına, aşırıya gitmesinin zorbalık olduğuna inanmıyorum. Ve insanlara adalet temin etmek konusunda, yumuşak olan adam için de derim ki; o, bir günahkardır! Toparlamak gerekirse; aslında Amerika’nın kendisi aşırılık konusunda en isabetli örneklerden biridir. Tarihi okuduğunuzda bunu görürsünüz. Veya Patrich Henry’i (okuduğunuzda); “Özgürlük; ya da ölüm” demiştir. Bu, aşırıdır; çok aşırı (!) İnsanın gönlünde, kara talihimizin hakaret ve oklarıyla çile çekmek; kutsal olsun ya da olmasın, ılımlılık… Ya da sorumluluk almak… Felaket dalgalarına, karşı koymak; muhalefet ederek, bu kötülüklere son vermek… Ben de bunu (sorumluluk alıp, kötülüğe karşı koymayı) takdir ederim; ılımlılığı değil… Eğer sorumluluk alırsanız, galip gelirsiniz; ama boş boş oturur, güce sahip olanın kendiliğinden değişmesini beklerseniz, daha çok beklersiniz. Bence bu genç nesil, beyaz-siyah-kahverengi; her ne ise siz, bir radikallik (aşırılık) döneminde yaşıyorsunuz, bir devrim döneminde… Değişmesi gereken bir dönemde… Gücü ellerinde tutan insanlar, onu istismar ettiler ve şimdi değişmek zorundalar. Ve daha güzel bir düzen kurulmalıdır; Ve böyle bir düzenin kurulması da ancak radikal bir yöntemle mümkündür. Ve hangi renkten olursanız olun, bu rezil durumu değiştirmek isteyen herkesin yanında yer alacağım. Teşekkür ederim.

Malcolm X

OXFORD UNİON DEPATE

Tuğçe Işınsu kimdir? Kitapları nelerdir?

FMV Özel Işık Lisesi ve İstanbul Üniversitesi, İngiliz Dili & Edebiyatı mezunu  olan Tuğçe Işınsu, 11 yıl süren reklam yazarlığı kariyerinin ardından doğuştan  sahip olduğu psişik güçleri ve aldığı spiritüel eğitimler ile Spiritüel Danışmanlık  yapmaya başlamıştır. Birçok yaşam merkezinde, ayrıca 7 yıldır kendi sunduğu ve  konuk katıldığı 200’ün üzerinde TV programında İişkiler, Melekler, Mistisizm,  Enerji Çalışmaları, Şifa Yöntemlerini tüm Türkiye’ye ve Dünyaya tanıtan  Tuğçe Işınsu, 6 kitabın da yazarıdır. Dünyanın her yerinden binlerce danışan ile  çalışmalarını sürdüren Tuğçe Işmsu, “MUCİZELERİ ÇAĞIRMAK” ile yaşanılan  tüm sorun ve çöküşlerin bir fırsat gibi görülmesini öğütliiyor, gerçek mucizenin  insanın içinde ve dualarda saklı olduğunu hatırlatıyor.

Kitapları

  • El Vedud
  • El Cami
  • Ol Der ve Olur
  • Mucizeleri Çağırmak
  • Onu Kendine Aşık Et
  • Melekler ve Dünyanın Kurtuluşu
  • Aşk ve Cazibe Akademisi
  • Hiç’likten Gelen Güç

Erol Güngör Kimdir? Hayatı ve Eserleri nelerdir?

Türk düşünce târihinin ve bu târih içerisinde Türk milliyetçiliği düşüncesinin önemli bir merhalesini teşkîl eden, kültür, medeniyet, milliyetçilik ve din konularına eğilerek özgün bir sosyo-kültürel tetkikler külliyâtı ortaya koyan sosyal bilimci Erol Güngör, Kırşehir’de Ahî tekkesinin son şeyhi ve Ahî Evren Camii’nin imamı olan Hâfız Osman Efendi’nin torunu olarak dünyâya gelmiş ve bu mânevî atmosfer içerisinde büyümüştür. Ortaokul çağlarında Osmanlıca öğrenip lise yıllarında husûsî Arapça dersleri alarak millî kültürümüzün kaynaklarına daha o yıllarda eğilmeye başlayan Güngör’ün ilk yazıları da bu yıllarda mahallî gazetelerde neşredilmiştir. Kırşehir Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolan; fakat bu şehirdeki kültür mahfillerinden birisinde Fethi Gemuhluoğlu vâsıtasıyla tanıştığı Mümtaz Turhan’ın teşvîkiyle Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’ne geçen Güngör’ün üzerinde en önemli tesirin sâhibi de Mümtaz Turhan olmaya devam etmiş, hatta çoğu kimse ilmî kariyerini değerlendirirken onu Ziya Gökalp’la Mümtaz Turhan’dan sonra, birbirini belli bir yöntem içerisinde eleştirerek ilerleyen kültürel bir verâset halkasının son zinciri kabûl etmiştir.

Edebiyat Fakültesi’nde okurken bir yandan da aynı okulda memûriyete başlayan Güngör, öğrenciliği esnâsında Fransızca ve İngilizce öğrenmiş ve mezun olduğu 1961 senesinde Tecrübî Psikoloji Kürsüsü’nde asistan olarak akademik hayâtına başlamıştır. İlk telif eseri olan ve E. Kırşehirlioğlu takma adıyla yayınladığı Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri kitabında meseleyi ilmî bir zâviyeden ele alarak kültür değişmesi olgusuna eğilmiş, 1963’te çıkan bu eserden sonra, 60’lı yıllar boyunca, kendisini yazıları hâricinde bilhassa meşgûliyet sâhasıyla ilgili belli başlı Batı kaynaklarının çevirisine hasretmiştir. Bunlar, sosyal psikoloji, iktisâdî gelişme, sınıf mücâdelesi, sanayileşmenin kültürel esasları gibi içinde bulunulan çağın sosyal mesele ve değerlendirmelerine adanmış kaynak eserlerdir. Bu çevirilerin bir diğer özelliği, alelâde bir dille ortaya konulmuş ilmî ve kuru temrinler olmamalarıdır. Onu, “XX. Yüzyılda ilmî Türkçe’nin en ehil nümûnesi” olarak gören A. T. Alkan’ın ifâdesiyle, “Erol Güngör’ün Türkçe menşurundan geçen bu kitaplar Türkçe ile telif edilmiş gibidirler.”

Erol Güngör’ün şüphesiz en önemli yanı, milliyetçiliğidir. O, milliyetçiliği bir ilim ve kültür meselesi olarak görmüş, milleti yükseltmenin, çağdaş ve millî bir kültür inşâ etmenin aracı olarak kabûl etmiştir. Onun milliyetçiliğinde romantizm devrine özgü sloganlar, yerini ilmî kriterler içinde suhûletle yapılan değerlendirmelere terk etmiştir. A. T. Alkan’ın tâbiriyle o, “bir kavga teorisyeni değil, ilmî milliyetçiliğin restoratörü” olarak temâyüz etmiştir. Bu bağlamda 1975’te kendi adıyla yayınladığı ve aynı konuya temâs ettiği yazılardan oluşan ilk telifi olarak Türk Kültürü ve Milliyetçilik çıkmış, “Milliyetçilik ve Halkçılık”, “Milli Kültürün Dünü ve Bugünü”, “Millet ve Din Hayatı” gibi temel başlıklar altında Türk milliyetçiliğinin meseleleri sosyal psikolojinin yöntemleriyle ele alınmıştır. Bu ince fakat nitelikli derlemeyle Türk milliyetçiliğini ilmî ölçülerle işlemek konusundaki istidat ve gayretini sürdüren Güngör, kesin hükümlerden uzak ve analitik üslûbuyla, bilhassa yarattığı Osmanlı – Türk ikiliği noktasında eleştirdiği Ziya Gökalp’ı tâdil edercesine milliyetçiliğini Osmanlı mîrâsı, İslâm dini ve gelenekleri ile bu esaslar üzerinde yükselecek bir millî kültür anlayışının uzlaştırılması çabasıyla şekillendirmiştir. Bu bağlamda modernleşme târihimizi ve Batılılaşma mâcerâmızı da değerlendiren ve millî kültüre tepeden inmeci yöntemlerle müdahale eden Batıcı Kemalist seçkinleri de mâkul ve kaliteli bir eleştiri süzgecinden geçiren Güngör, modernleşmenin halka uzak elitistler kanalıyla değil, yerli kültürün unsurlarını siyâsî mecrâya taşıyacak olan orta tabakaya mensup muhafazakâr ve milliyetçiler kanalıyla gerçekleşeceğini savunmuştur. A. T. Alkan, Erol Güngör’ün, “inkılaplar esnasında ‘zaruret’ icabı  by-pass edilerek Türk tarihinde gri bir bölge olarak geçiştirilen Osmanlı epizotuna milliyetçilerin dikkatini çekmesi”nin bilhassa 70’li yılların Türkiyesi’nde yadırganan bir “millî tavır” olarak görüldüğünü kaydetmiştir. Burada bâzı “gönüldaş”ları tarafından Osmanlıcı ithâmıyla zemmedildiğini de belirtmekle birlikte Turan, milliyetçiliğe Osmanlı damarını Güngör’den çok önce ve üstelik ilmî değil romantik ve aşırı denilebilecek bir muhabbetle sokanın Atsız Bey olduğunu es geçmiştir. Kaldı ki aynı Osmanlıcı ithâmına Atsız Bey de mâruz kalmıştır.

1980’de yayınlanan Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik adlı çalışmasına Ziya Gökalp’ın, kendisi tarafından onaylanmasa da,  kültür – medeniyet ayrımını yapmakla elde ettiği ve Batı medeniyetine dâhil olmamız için kendimize âit değerlerden ferâgat etmememizi sağlamak üzere millî olan her şeyi kültür (hars) kavramına ircâ ederken amaçladığı pratik faydalara değinerek kültür değişmeleri, millî târih, örf ve âdetler gibi temel başlıklar altında değerlendirmelerini açmış; gerek bu eseri gerek iki yıl sonra neşredilen, Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik eserinde kültür – medeniyet ayrımını, medeniyet değişikliği meselesini ve dolayısıyla Gökalp’ın en önemli tezlerinden birini, başlı başına kıymet taşıyan bir Türk medeniyetinin varlığını savunarak bu medeniyetin Batı medeniyetiyle ilişkilerini red veya kabûl gibi vülgarize yaklaşımların üzerinde bir alışveriş ilişkisi olarak nitelendirmiş ve kültür – medeniyet dikotomisini reddetmiştir. Aynı anlayış içerisinde İslâm’ın Bugünkü Meseleleri’nde de benzer konulara değinip millî kültürün kaynağını işâret etmiştir: “Türklerin onuncu asırdan itibaren ortaya çıkardıkları her eseri İslâm kültürü içinde bir yere oturtmak, o kültür içinde izah etmek mümkündür. Bizde en ileri gitmiş edebiyat formu olan şiirimize dikkat edilirse, buradaki mazmunların pek çoğunun başta Kur’an ve peygamber sözleri olmak üzere İslâm medeniyet dairesinin ortak kaynaklarına dayandığı görülür. İslâm’a müracaat edilmeksizin bu eserleri anlamaya imkân yoktur. Bunlarda İslâm’ın insan görüşü dile getirilmiş, İslâm’ın temel değerleri işlenmiş, İslâm’a ait olaylar ve mitoloji kullanılmış, kısacası Türk-İslam kültürünün tipik örnekleri verilmiştir.”

Eleştirilerini sâdece Batıcı modernleşmeciler ve inkılâpçılar değil, milliyetçiliği reddeden İslâmcı görüşlere de yönelten Güngör, Hicrî 15. asra girişimiz münâsebetiyle 1981’de yayınladığı İslâm’ın Bugünkü Meseleleri’nde, millî karakteri, millet gerçeğini kabûl etmeyen romantik ve kozmopolit ümmetçilere de temâs etmiş ve bu ideolojilerini, etnik duyarlılıklarını ortaya koyamayan ve kavmî sıkıntılarını İslâmî görüşlerle perdelemek sûretiyle Türk milletine düşmanlık güdenlerin ideolojisi olarak yaftalamıştır: “İslâmcılık, şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların maksadı İslâm ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı nötralize etmektir. Bu azınlıklar ‘ayrılıkçı bir politika’ takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an, kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe ‘İslâm davasının şampiyonu’ olarak görünürler.” A. T. Alkan’ın tâbiriyle, “Erol Güngör’ün vefâtına denk gelen yıllarda yükselmeye başlayan siyâsî İslâm cereyânına yöneltilmiş olgun ve gayet seviyeli bir tenkid” olan İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, Güngör’ü Türk milliyetçiliğinin fikrî havzasından çıkarma gayreti içerisindeki istismarcılar için de önemli bir engel teşkîl etmesi bakımından değerlidir. Kendisi henüz hayattayken neşredilen (1982) son eseri olan İslâm Tasavvufunun Meseleleri’nde, bir önceki eserini bütünleyen bir konu olarak tasavvufun İslâm târihindeki yeri ve oluşma süreci ile buna bağlı gelişen meseleler ele alınmıştır.

Güngör’ün, bâzı eserleri vefâtından sonra yayınlanmıştır: 1988’de Tarihte Türkler adlı, gerçek anlamda tamamlanmamış ve Türk târihini çeşitli veçheleriyle ilmî ölçüler içerisinde anlatan popüler bir târih anlatısı neşredilmiştir. Bu kitap, Güngör’ün, Türk târihini geniş bir coğrafyada, uzun bir zaman dilimi içerisinde bütüncül olarak değerlendiren genel milliyetçi târih anlayışının içinde olduğunu gösteren değerli bir metindir. 1995’te basılan Sosyal Meseleler ve Aydınlar ise, pek çok dergi ve gazete yazılarıyla kendisiyle yapılan bâzı sohbetlerden oluşan bir derlemedir.

Çok erken bir zamanda ve genç bir yaşta, en verimli olacağı çağların eşiğinde aramızdan ayrılan Erol Güngör, bu ayrılışla, sâdece sosyal bilimlere sunacağı katkılardan mahrum kalan ilmiyemizi değil, Türk milliyetçiliğinin entelektüel târihi içerisinde hâlâ onun halefini arayan nesilleri de eksik bırakmıştır.

Göktürk Ömer Çakır

Mikail Bayram kimdir, eserleri ve tarihçiliği

Ailesi ve Tahsil Hayatı

Mikail Bayram’ın ailesi İran’ın Hoy kasabasındandır. Köken olarak Azeri Türkü’dür. Küresinliler adında Sünni bir oymağa mensup olup, artan Şii tahakkümü ve Türk-İran siyasi ilişkilerinin nihai neticesi sonucunda I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye iltica etmişler ve Van’ın Saray ilçesine yerleşmişlerdir. Annesi Zübeyde Hanım, Babası İsmail Bey’dir. Babası uzun dönem çiftçilik yapmış daha sonra Maliye Tahsildarlığı görevini yürütmüştür. 1971 yılında da bu görevden emekli olmuştur.

Mikail Bayram babasının ilk evliliğinden doğan beş çocuğundan en büyüğüdür. Babası ikinci bir evlilik yapmış ve yedi kardeşi daha dünyaya gelmiştir. Toplam 13 kardeştirler. Mikail Bayram 14 Mart 1940 yılında Van’ın Saray ilçesinde dünyaya gelmiştir.

İlk okuldan mezun olduktan sonra ancak üç sene sonra orta okula kayıt olmuştur. Bu süre içerisinde ailesinin yaşadığı ekonomik zorluklardan dolayı köy işlerinde çalışmıştır. Fakat okumaya olan merak ve istidadı neticesinde bireysel olarak asla okuyup-öğrenmekten kopmamış, özellikle de Kerem ile Aslı, Köroğlu vb halk hikayelerini okumuş, ayrıca köylerde aşık geleneğini devam ettiren ve temsilcisi olan isimlerden hikâyeler dinlemiştir.

Köy hayatının en önemli geleneğini teşkil eden ve uzun kış gecelerinde bütün köylülerin belirli evlerde toplanıp okudukları Kara Davut, Enverü’l Aşıkin, Ahmediye ve Muhammediye hatta bazen Farsça okunan Bostan, Gülistan, Şeh-nâme gibi eserleri okumuş ve dinlemiştir. Bu tür eserler onun kişiliğinin ve zihin dünyasının gelişiminde birçok katkısı olduğunu her zaman ifâde etmiştir.

Ortaokul hayatına o dönemde yakın civarda orta okul olmadığı için köyüne yaklaşık 17 km uzaklıkta yeni açılan bir orta okula kaydolmuş ve eğitimini burada sürdürmüştür. Özellikle bu dönemde ilçede mevcut bulunan medreseye de devam etmiş orada İslami ilimler hususunda ilk eğitimini almaya başlamıştır. Bu yaşlarda yerel şair, aşık ve saz üstadlarının çevresinde olmuş onlardan çeşitli eğitimler almıştır. Medrese de Farsça hocası Mikail Bayram’ın şiire olan ilgisini keşfederek erken yaşlardan itibaren ona özel olarak Farsça eğitimi vermeye başlamıştır.

Orta Okul hayatının nihayetinde her ne kadar ailesi ekonomik zorluklar dolayısı ile okumasını tasvib etmedi ise de o İmam Hatip Lisesi’ne devam etme kararlığında olduğundan dolayı ve yakın ilçelerde Lise olmaması sebebi ile Van Atatürk Lisesi’ne kayıt yaptırmıştır. 15-16 yaşlarında bir genç olarak Van’ın merkezine gelmiş fakat kalacak yeri olmadığı için 3 ay kadar bir süre Van’ın çeşitli camilerinde kalmıştır. Yaşadığı bütün zorluklar onun okuma aşkına ve isteğine engel teşkil etmemiş ve geometri, astronomi, fizik dersleri de kuvvetli olan Mikail Bayram bu derslerden kurslar vererek geçimini sağamaya çalışmıştır .

Bu dönemde Van’ın çeşitli cami ve medreselerinde tanınmış hocalarından eğitimler almış. Özellikle Şark Klasikleri başta olmak üzere doğu edebiyatı ve tarihi üzerinde kendisini geliştirmiştir.

Liseyi bitirdikten sonra birinci tercihi İlahiyat okumak olduğu için 1961 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kaydolmuştur. Arapça ve Farsça yetkinliği üniversite hocası olan ve o dönemde Farsça konusunda ülkenin önde gelen isimlerinden olan Necati Lugal’ın dikkatini çekmiş ve okul dışında hocasının Maltepe’de bulunan evinde iki sene kadar ileri Farsça eğitimleri almıştır. Özellikle her Pazar günü yaklaşık üç saat kadar süren bu derslerde Doğu Edebiyatının en önemli temsilcileri olan Ömer Hayyam, Mevlana, Muhammed İkbal, Hafız gibi isimlerin eserlerini incelemiş ve okumuşlardır.

Hocası Necati Lugal’in Mikail Bayram’ın hayatına yön verecek ve onun ilmi çalışmalarında yetkinleşmesini sağlayacak bir isteği onun hayatını değiştirmiştir. Hocası Cebeci Maarif Kütüphanesi’nde bulunan Âşık Paşa’nın yazma eser “Garib-nâme” adlı eserini kendisi için kopya etmesini istemiştir. Ömrü boyunca el yazması eserler ile çalışacak olan Mikail Bayram’ın el yazması eserler ile tanışması ilk defa hocasının bu isteği ile olmuştur.

Üniversite ikinci sınıfta iken bitirme tezi konusunu “Zerdüşt ve Avestası” olarak belirleyen Mikail Bayram 1966 yılında üniversiteden mezun olmuştur.

Üniversite hayatı boyunca birçok ünlü ilim adamının öğrencisi olma şerefine nail olmuştur. Bu hocaları arasında derslerini ilgi ile takip ettiği hocaları başta Felsefeci Hilmi Ziya Ülken, Sanat tarihçisi Suat Kemal Yetkin, Tefsir ve Hadis hocası Tayyip Ökiç, İslam ve Seçuklu Tarihi hocası Neşet Çağatay, Osman Turan ve Mehmet Altay Köymen zikredilebilir.

Üniversite hayatı boyunca Necip Fazıl Kısakürek’in tesirinde olan Mikail Bayram, Büyük Doğu Dergisi ve Derneği’nin Ankara Temsilciğinin kurucularından biri olmuştur ve başkanlığını da yürütmüştür.

Çalışma Hayatı

Üniversiteden mezun olduktan sonra öğretmenlik mesleğine başlamış ve 1966’da Adana Kız Lisesi’nde ve sonrasında Adana İmam-Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmenliği yapmıştır.

1968 senesinde ise giriş sınavını kazanarak Konya İlahiyat, o dönemki adı ile Konya Yüksek İslam Enstitüsü’ne Fars Dili ve Edebiyatı öğretim üyeliğine tayin olmuştur. Konya’dan sonra Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’ne tayin olmuştur. 1975 senesinde ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde “Şeyh Nasiruddin Mahmud’un Hayatı, Çevresi ve Eserleri” başlıklı tezi ile doktor ünvanını almıştır. Aynı yıl Bursa Yüksek İslam Enstitüsü’ne kurucu olarak atanmış ve Enstitü’nün kuruculuğunu yapmıştır.  Mikail Bayram İlahiyat Fakülteleri’nde toplam 12 yıl Fars Dili ve Edebiyatı öğretim görevlisi olarak çalışmıştır.

1970 yılında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu hazırlama heyeti içerisinde yer almıştır. Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’nde yaklaşık 1000 kadar eserin tavsifini yapmıştır. 12 Eylül Darbesi sonrası bu görevden uzaklaştırılmıştır. Fakat kısa bir süre sonra IRCCICA adına Konya ve Çevresinde bulunan el yazması eserlerin tavsif edilmesi ile görevlendirilmiş ve İslam Konferansı Teşkilatı tarafından kendisine takdir belgesi verilmiştir.

1980 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne tayin olmuş ve burada Osmanlı Paleografyası, İslam Tarihi, Selçuklu Tarihi dersleri vermiştir. Aynı zamanda lisans öğreniminden hocası da olan rektör Prof. Dr. Neşet Çağatay’ın derslerini de devam ettirmiştir.

Uzun yıllar Akademi’de yaşadığı zorluklar neticesinde geçte olsa 1990 yılında Doçent olmuştur. 1994 yılından emekli olduğu tarih 2007’ye kadar da hem bölüm başkanlığı hem de Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürütmüştür.

Tez Çalışmaları

Lisans öğrenimini “Zerdüşt ve Avestası” üzerinde çalışması ile bitiren Mikail Bayram bu çalışması süresince sadece Hindoloji Kürsüsü başkanı Prof. Dr. Abidin İtil’den bilinen en eski Farsça olan Pehlevice dersleri almıştır. Meşhur İranlı alim Firuzanfer’in Türkiye ziyaretinde tercümanlığını yapa İtil Farsçası ile Firüzanfer’in dikkatini çekmiş taktir ve hayranlığını kazanmıştır.

Yüksek Lisans için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden meşhur alim Tahsin Yazıcı ile çalışmış ve Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi’ndeki el Yazması eserleri incelemiştir. Özellikle bu çalışma süresince Mikail Bayram Metail’ül İman adlı bir eseri keşfetmiş ve daha sonra bu eserinin yazarının diğer el yazması eserlerini de keşfetmiş ve müellifin Şeyh Nasiruddin olarak tanınan Ahi Evren’e ait olduğunu kimliği ile tespit etmiştir. Doktora tezini de bu şahsın hayatı, çevresi ve eserleri çerçevesinde ele almış ve hazırlamıştır. Özellikle jürisinde bulunan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Mikail Bayram’ın bir tarihçi gibi çalıştığını ve bu alanda çalışmaya devam etmesini taktiri ile belirtmiştir.

İstanbul’da bulunduğu yıllarda alanında ülkenin en önemli edebiyat tarihçilerinden olan Abdülbaki Gölpınarlı’nın çevresinde bulunmuş ve ondan bu alanda önemli dersler almıştır.

Uzun yıllar boyunca İstanbul’da düzenlenen Türkoloji Kongrelerine katılan Mikail Bayram sunduğu tebliğler ve görüşleri ile uzun yıllar tartışmaların odağı haline gelmiştir. Hocası Neşet Çağatay’ın teşviki ile “Fatma Bacı ve Bacıyan-ı Rum” adlı çalışması ile doçentlik tezi hazırlamış fakat akademi çevrelerindeki belirli isimler tarafından sansür edilmiş ve doçentliği toplamda 3 kez olumsuz sonuçlanmıştır. Fakat bütün bunlara rağmen geçte olsa Mikail Bayram hakkı olan doçentliği almıştır.

İkinci Bölüm

Eserleri ve Makaleleri

         Kitapları

  1. Te’lif Kitapları

Fatma Bacı ve Bâcıyân-ı Rûm ( Anadolu Bacıları Teşkilâtı)

Mikâil  Bayram  bu  çalışmasında,  Anadolu  Selçukluları   zamanında  Türkmen     kadınların mensup oldukları bacı teşkilatının kuruluşu, yapısı ve faaliyetleri bu teşkilatın kurucusu ve bilinen ilk lideri Fatma Bacı’nın gerçek şahsiyeti, hayatı ile ilgili geniş bilgilere yer vermiştir.

Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı’nın Kuruluşu

Bu çalışmada Ahi Evren’in hayatı ve gerçek kişiliği, yaşadığı dönemin fikrî ve siyasî olayları, Ahi Teşkilatı’nın kuruluşu ve mahiyeti hakkında geniş bilgiler verilmiştir.

Mikâil Bayram, el yazması eserler üzerinde yaptığı çalışmalar neticesi Ahî Evren’e ait olduğunu tespit ettiği yirmiye yakın eseri ve içeriklerini kitabın bu bölümünde yazmıştır. Bu itibarla bu kitap, Ahi Evren’in kendi eserlerine dayanan ilk çalışma özelliği taşımaktadır.

Mikaîl Bayram’ın Ahî Evren’e ait olduğunu tespit ettiği ve bu kitapta yer verdiği eserler şunlardır:

*Metâli’ül–İmân: İlahiyata dairdir.

*Tabsiratü’l–mübtedi ve tezkiretü’l müntehi: Ahi Evren’in en tanınmış eseridir.

Tasavvuf felsefesine ait bir çalışmadır. Eserin kısa adı Tabsıra’dır.

*Menâhic-i Seyfî: Şii mezhebi ilmihalidir.

*Letâif-i Gıyâsiye: Dört cilt halindedir ilk cildi felsefe, 2. cildi ahlak ve siyaset, 3. cildi fıkıh, son cildi dua ve ibadet hakkındadır.

*Letâif-i Hikmet: Sultan II. İzzeddin Keykavus’a sunulmuştur. Siyasetname türünde bir eserdir.

*Âğâz u Encam: Vasiyetname türünde bir eserdir. Ahi Evren’in son eseridir.

*Mürşidü’l-Kifâye: I. Alâeddin Keykubat’a sunulmuştur. Ruhun bekasına dair bilgiler içeriri.

*Tuhfetü’ ş-şekür: Ahi Evren, Sadru’ddin Konevî’ye yazdığı mektupta bu eserden bahsetmektedir. Eser kayıptır.

*Ulum-i Hakikî: Ahi Evren. Letâif- i Hikmet’te bu eserden bahsetmektedir. Eser kayıptır.

*İlmü’t-teşrih: Tıbba dairdir

*Yezdan-şinâht: Felsefe üzerinedir.

*Müsâri’ü’l-müsari: Reddiye türünde bir eserdir. (Şehristani’ye karşı yazılmıştır)

*Medh-i fakr u zemmi-i dunya: Sühreverdi el-Maktul’ün vasiyyesinin tercümesidir.

*Tercüme-i el-Elvâhu’l- imâdiyye: Sühreverdi el-Maktul’den tercümedir.

  • Tercüme-i en- Nefsü’n- natıka: İbni Sina’dan tercümedir.
  • Tercüme-i Kitâbü’l- hamsin fi usuli’d-din: Fahrü’d-din Raz.’den tercümedir.
  • Tercüme-i et-Teveccühü’l- etemm nahva’l- hakk: Konevi’den tercümedir
  • Tercüme-i Miftâhu’l- gayb: Konevi’den tercümedir.

Şeyh Evhadü’d-Din Hâmid el- Kirmanî ve Evhadiye Tarikatı

Bu çalışmada Anadolu Selçuklu dönemi mutasavvıflarından Hâmid el Kirmani ve Evhadilik hareketi hakkında bilgiler yer almaktadır.

Fil Olayı’nın Mahiyeti (Fil Suresinin Yeni Bir Yorumu)

Bu çalışmada Kur’an-ı Kerim’in 105. suresi olan Fil Sûresi’nin içeriği ve nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durulmuştur.

Mikâil Bayram Fil Olayı ile ilgili tespitlerini ilk olarak 1994 yılında I. Kur’ân Sempozyumuna tebliğ olarak sunmuştur. Bu sempozyuma sunulan tebliğ ve konuşmalar da 1995 yılında yayınlanmıştır. Bu bildiride yer alan tebliğe yeni tespitler eklenerek bu kitap hazırlanmıştır.

 Tarihin Işığında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren

Mikâil Bayram, kitabın uzun giriş bölümünde doktora çalışması nedeni ile el yazması eserler ihtiva eden kütüphaneleri incelediği; bu incelemeleri esnasında Ahi Evren’e ait olan yirmiye yakın eser tespit ettiğini açıklamıştır. Bu eserler sayesinde Ahi Evren’in tarihi kişiliğini inceleme imkânı bulduğunu belirterek, tarihçilerin de arşiv belgelerini ve el yazması eserleri inceleyerek Anadolu Selçuklu devrinin çeşitli meselelerine açıklık getirecek çalışmalar yürütmeleri tavsiyesinde bulunmuştur. Kendisine A. Yaşar Ocak tarafından yöneltilen Ahi Evren’in tarihi kişiliğini netleştiremediği şeklindeki eleştirisine “Bir İddiaya Cevap” başlığı ile yanıt vermiştir.

Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar

Mikâil Bayram’ın Anadolu Selçukluları dönemindeki dinî ve fikrî faaliyetler ile siyasî olaylara dair makalelerinin yer aldığı bu çalışma 240 sayfadır.

Kitapta yer alan makaleler şunlardır.

*Selçuklular Zamanında Anadolu’da Bazı Yöreler Arasındaki Farklı Kültürel Yapılanma ve Siyasi Boyutları.

  • Danışmendoğulları Devleti’nin Dini Siyaseti.
  • Türkiye Selçuklularında Devlet Yapısının Şekillenmesi.
  • Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Hoca Ahmed-i Yesevi’nin Rolü.
  • Türkiye Selçukluları Döneminde Bilimsel Ortam ve Ahiliğin Doğuşuna Etkisi.
  • Anadolu Selçukluları Zamanında Evhadi Dervişler.
  • Bacıyân-ı Rum (Anadolu Bacıları) ve Fatma Bacı.
  • Asır Başlarında Maveraünnehir’de Faaliyet Gösteren Bir Bahşi İle İlgili Bir Haber. Türkiye Selçukluları Uç Beği Denizlili Mehmet Bey.
  • Hacı Bektaş-i Horasanî Hakkında Yeni Kaynaklar ve Yeni Bilgiler.
  • Yunus Emre Eskişehirli (Sivrihisarlı) Olabilir mi?

*Baba İlyas Horasani ve Cihad-Namesi.

  • Ereğli’de Metfun Olan Şeyh Şıhabü’d-din Makbul Kimdir?
  • İbni Sina ve Ahi Evren.
  • Sadru’d-Din Konevî Kütüphanesi ve Kitapları.
  • Türkiye Selçukluları Tarihi Hakkında Yeni Bir Kaynak.

Destursuz Bağdan Üzüm Yiyenler

Bu çalışma, Mikâil Bayram’ın tarih ve kültür tarihi alanında yapılan çalışmalarda meydana gelen hataları tespit ettiği, aynı zamanda bir kısım yazarlara yönelik eleştiri türündeki makalelerinden bir kaçının yer aldığı kitabıdır.

Kitapta yer alan makaleler şunlardır:

*Sadru’d-din Konevî ile Ahi Evren Şeyh Nasuri’d-din Mahmut’un Mektuplaşması Meselesi.

*Baba İshak Harekâtının Gerçek Sebebi ve Ahi Evren ile İlgisi.

*Babaîler İsyanı Üzerine.

*Baba İlyas Horasani ve Cihâd-Nâmesi.

*Menakibu’l-Kudsiye’nin Neşri Hakkında.

*Yunus Emre Eskişehirli (Sivrihisarlı) Olabilir mi?

*Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Türkçe Eser Meselesi.

*Anadolu Selçukluları Zamanında Bilimsel Zihniyet ve Bilimin İşe (Üretime) Dönüştürülmesi Anlayışı ve Uygulaması.

*Usta Bir İntihalci ve Eseri (İslamiyet ve Türkler)

*Pardona pardon.

*Kendini Âlim Sananlar.

*Robert Olson (Arapça çeviri: Abdu’-rahman b. El- Hac Emin Beg el- Celîlî), Hisaru Mavsil ve’l-Alakatü’l-Usmaniyetü’l-Farisiye (1718–1743) Riyaz 1403/1983.

Sosyal ve Siyasî Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi

Bu kitap Mikâil Bayram’ın en önemli çalışmalarından biridir. Mikâil Bayram bu çalışmada Anadolu Selçuklu Devleti dönemi büyük fikir adamı ve Ahi Teşkilatının kurucusu Ahi Evren ile Mevlevî geleneğin mimarı ünlü mutasavvıf Mevlana arasındaki ihtilafın sosyal boyutları incelenmiştir.

Selçuklular Devrinde Konya’da Dini ve Fikri Hareketler

Konya’da Dinî ve Fikrî Hareket ve Yapılanmalar başlığı ile vücuda getirilmiş olup alt başlıklarda Konya’nın Türklerin yönetimine girmesi başkent oluşu, devlet adamlarının bilimi himaye etmeleri, Konya’da Ahi Teşkilatı, ilim ve fikir merkezi olarak Konya konuları yer almıştır.

Danişmend Oğulları Devletinin Bilimsel ve Kültürel Mirası

Mikâil Bayram’ın, Anadolu’da kurulan ilk beyliklerden Danişmendoğulları’nın ihmal edilen bilimsel ve kültürel faaliyetleri üzerinde durduğu bu eser, daha önce yazmış olduğu makalelerin derlenmiş halidir. Eser şimdilik tek baskı olarak Konya’da basılmıştır. 115 sayfalık bu kitap iki bölümden oluşmaktadır.

Tercüme Kitapları

İslam İnkılâbının Programı

Mikâil Bayramın yayınladığı ilk kitaptır. Bu kitap Pakistanlı bilgin Ebu’l Ala el-Mevdudî’nin Menhecu İnkilabi’l- İslam adlı eserinden tercüme edilmiş olup, 1968’de yayınlanmıştır.

Tasavvufi Düşüncenin Esasları

Türkiye ve yurtdışındaki kütüphanelerde 32 nüshasının bulunduğu Tabsiratü’l – mübtedi ve tezkiretü’l müntehi adlı eserin tercüme edildiği bu kitabın şimdiye kadar iki baskısı yapılmıştır. Bunlardan ilki 1995’te TDV yayınlarınca basılmıştır.

İman’ın Boyutları (Metâli’ü’l-Îman)

Mikâil Bayram bu kitapta Ahi Evren’in Metâli’ül–İmân adlı eserini tercüme etmiştir.107 sayfalık kitabın şimdiye kadar iki baskısı yapılmıştır.

Hüseyin b. Mansur el – Hallac

Bu kitap Hallac-ı Mansur olarak bilinen Hüseyin b. Mansur el Hallac’ın öldürülmesinden sonra Hüseyn b. Mansur el- Hallac sıddık mı yoksa zındık mıydı? sorusuna ünlü Hanbeli müctehid Takiyü’d-din Ahmed İbn Teymiye’nin fetva niteliğindeki yanıtı olan risalenin tercümesidir.

Şeyh Evhadü-Din Hâmid El- Kirmanî ve Menakıb-Nâmesi

Bu kitap, Menakıb-i Şeyh Evhadü’d-din-i Kirmânî adlı eserin tercümesidir. Mikâil Bayram bu mühim eserin tercümesini yapan ilk isimdir.

  1. Yayına Hazırladığı Kitapları
  • Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Eser Keşfu’l Akabe

Anadolu’da te’lif edilen ilk Türkçe eser olan Keşf’u’l Akabe’nin tanıtıldığı kitaptır.

  1. Şiir Kitapları
  • Sârayî Dîvânçesi

Mikâil Bayram’ın “Sârâyî” mahlası ile yazdığı şiirlerinin yer aldığı kitaptır. Divançe’nin tek baskısı Damla Ofset tarafından 1997’de yayınlanmıştır

  • Sârayî Dîvânı

Mikâil Bayram’ın şiirleri beğeni toplamış ve şiire vâkıf kalemlerce bir divan çıkarması gerektiğine dair talepler almıştır.  Farsça yazdığı bazı şiirleri, 2002 ‘de bu divanda toplamıştır.

Makaleleri

 

  1. Türkçe Makaleleri
    • Ahi Evren Kimdir?(Gerçek Şahsiyeti ve Eserleri)
    • Baba İshak Hareketinin Gerçek Sebebi ve Ahi Evren İle İlgisiSultan Fatih’de Sadruddin Konevi ve Ahi Evren Hayranlığı
    • Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Eser ‘ Kaşf’al Akabe’
    • Anadolu Selçukluları Devrinde Anadolu Bacıları (Bacıyan- ı Rum) Örgütünün Kurucusu Fatma Bacı Kimdir?
    • Ahi Evren’in Öldürülmesi ve Ölüm Tarihinin Tespiti
    • Sadru’d-din Konevî İle Ahi Evren Şeyh Nasuri’d-din Mahmut’un Mektuplaşması
    • İbni Sina ve Ahi Evren
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Ahi Teşkilatı Teşkilatının Kuruluşu ve Gelişmesi
    • Devrinin Fikir Akımlarında Nasreddin Hoca’nın Yeri
    • Ahi Evren- Mevlana İhtilafının Mahiyeti ve Boyutları
    • Yunus Emre Eskişehirli (Sivrihisarlı) Olabilir Mi?
    • Asır Başlarında Maveraünnehir’de Faaliyet Gösteren Bir Bahşi İle İlgili Bir Haber
    • Evhadu’d- dîn Hamid El- Kirmânî
    • Selçuklular Zamanında Tokat Yöresinde İlmi ve Fikri Faaliyetler
    • Pervaneoğulları Zamanında İlmî Çalışmalar
    • Narhc ı Hasan Çelebi’nin ‘Mesalihü’l- Müslimin ve Menafi’ül- Müminin’ Adlı Eseri Ve Ali Emirî Efendi’nin Eser Hakkındaki Notları
    • Baciyan-ı Rum (Anadolu Bacıları)Hakkında Bazı Yeni Kaynaklar
    • Selçuklular Zamanında Tokat Ve Malatya Yörenin Fikrî ve Kültürel Yapısı ve Siyasî Boyutlar
    • Tarih ve Tarihçi
    • Selçuklular Zamanında Antalya’da Ahiler
    • Yunus Emre’nin Tasavvufî Meşrebi Cemal-Perestlik
    • Beş Asır Önce Yapılmış Tenkidli Bir Metin Neşri ( Edition Critic)
    • Dört Halife Döneminde İctihadın Boyutları Ve Ekonomik Sonuçları
    • Selçuklular Zamanında Malatya’da İlmî ve Fikrî Faaliyetler
    • Ereğli’de Medfun Olan Şeyh Şıhabü’d-din Makbul Kimdir?
    • Üç Edib: Celal Emrem, Kemal Kürkçüoğlu ve Mehmet Çavuşoğlu
    • Selçuklular Zamanında Anadolu’da Bazı Yöreler Arasındaki Farklı Kültürel Yapılanma ve Siyasi Boyutları
    • Selçuklular Zamanında Konya’da Kültürel Faaliyetler
    • Fil Olayı ve Fil Sûresi Hakkında Yeni Bir Yorum
    • Alanya Ve Çevresindeki Bazı Selçuklu Devri Kitabeleri ve Düşündürdükleri
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Bilimsel Zihniyet Ve Bilimin İşe (Üretime) Dönüştürülmesi Anlayışı Ve Uygulaması
    • Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Türkçe Eser Meselesi
    • Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Hoca Ahmed-i Yesevi’nin Rolü
    • Eğitim ve Öğretim Ocağı Olarak Ahi Teşkilatı
    • Ebü’r – Reyhân El-Beyrûnî’nin ‘Nevruz’ Hakkındaki Bazı Tesbitleri
    • Kur’ânî Tefekkür Açısından Nâsih ve Mensuh Olayı
    • Selçuklu Veziri Kadı İzzettin Tarafından Düzenlenen Bir Vakıfname
    • Anadolu Selçukluları Devrine Ait Bir Yapı Kitâbesi ve Düşündürdükleri
    • Anadolu Selçukluları Dönemi Tababeti İle İlgili Bazı Notlar
    • Kuran’da İlk İnsan Müzakere Raporu
    • Timur’un İstanbul’u Fethi Planı ve Çalışmaları
    • Ahi Evren Hakkında Yeni Bilgiler ve Yeni Belgeler
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Konya’da Dini ve Fikri Hareketler
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Konya’nın Yeniden Kurulması ve Gelişmesi
    • Kur’anın Öngördüğü Ekonomik Yapılanmanın Temel Esasları Ve Bunun Stratejisi Üzerine
    • Şehriyar’ın Ardından
    • Lala Mustafa Paşa’nın Gaziantep’teki Vakıfları
    • Kur’an’ı Anlamada Tarihsellik Sorunu Sempozyumu (Tebliğler ve Müzakereler)
    • Selçuklular Zamanında Kayseri’de Evhadi Dervişler
    • Anadolu Selçukluları’nda Devlet Yapısının Şekillenmesi
    • Anadolu Selçukluları’nda Türk, İranlı ve Rum Halkları Arasında Siyasi İttifakın Kurulması
    • Hümanizm ve Mevlana
    • Peygamberlerin Görevleri Nelerdir?
    • Sadru’d-Din Konevî Kütüphanesi Ve Kitapları
    • Türkiye Selçukluları Döneminde Bilimsel Ortam Ve Ahiliğin Doğuşuna Etkisi
    • Uc Beği Mehmet Bey Kimdir?
    • Anadolu Selçukluları Zamanında Evhadi Dervişler
    • Bacıyân- Rum (Anadolu Bacıları) Ve Fatma Bacı
    • Ekonomik Yapılanmanın Temel Esasları
    • Türkiye Selçuklularında Devlet Yapısının Şekillenmesi
    • Türkiye Selçukluları Uc Beği Denizlili Mehmet Bey
    • Danişmendoğulları Devleti’nin Dini Siyaseti
    • Sultanlar Muallimi Şeyh Mecdüddin İshak
    • Ahi Evren Hâce Nasîrü’d-Din İle Alâü’d-Din Çelebi’nin Öldürülmesi Ve Ölüm Tarihlerinin Tesbiti
    • Danişmendoğılları’nın Dinî ve Milli Siyaseti
    • Hâce Nasîrüddîn Muhammed Et- Tûsî’nin İntihalciliği
    • Moğol İşgali, İşbirliği Yapanlar ve Direnenler Selçuklu Döneminde Kalenderî – Ahi Çatışması
    • Selçuklular Zamanında Kalenderler İle Ahiler Arasındaki İlişkiler
    • Türkiye Selçuklularından Günümüze Din Eğitimi
    • Ahi Evren’de Melami Temayüller

  1. Farsça Makaleleri

Mikail Bayram Hoca’nın 10 adet Farsça makalesini tespit edebildik. Bu makalelerin isimlerini liste olarak veriyoruz.

  • Yeki ez-kadîm-terîn menâbi‘-i edebiyât-i tasavvuf-i İran” Mecelle-i Maarif Dovre-i Heftum, Şumare: 2, (1369), s. 138–143
  • “Seyyid Burhanu’d-din-i Muhakkık-i Tirmizî der-telâtum-i havâdis-i siyasî”, ,Mevlânâ, ez-dîdgâh-i Torkân ve İrâniyân, Tahran 1369, s. 149-158.
  • “Hâce Nasîru’d-din-i Tûsî hergis mukâtebe ve murâsele îy bâ-Şeyh Sadru’d-din-i Konevî nedâşte est”, Name-i Aşina, Sâl-i evvel, Şumare: 2, Ankara 1974, s. 22-27. “Tahkîk-i cedîd der-Murid-i Hacı Bektaş-i Horasanî”, Name-i Aşina, Neşriye-yi Raizeni-i Ferheng-i Cumhuri-i İslami-i İran der-Ankara, s. 1-8.
  • Mukâtebât-i Sadru’d-din-i Konevî bâ-Ahi Evren Şeyh Nasîrü’d-din Mahmud”, Name-i Ferhenk, Şumare: 18, (1374), s. 99-109.
  • “Nüsha-i deh Gazel-i Hâfız-i Şirazî”, Kongre-i Beyne’l-Milel-i Bozorgdaşt-i Hafiz-i Şirazî, Şiraz 1367.
  • “İcâd-i ittihâd-i siyasî miyân-i Turaniyân ve İraniyân ve Rumiyân der-Dovre-i Selçukîyan-i Rum” (Anadolu Selçukluları Devri İranlıların, Rumların, Selçukluların Siyaseti), Seminâr-i Beynelminel-i Cihan-i İranî ve Turan, (Merkez-i İsnad ve Tarih-i Diplomasi yay.), Tahran 1379, s. 1-7.
  • Te’sir-i Fırdovsî ve Şeh-nâme der-Anadolî, Name-i Aşina, Ankara 1380.
  • Menba-i Cedidi der-Tarih–i Selçukiyân-i Anadolu”, Name-i Aşina, Ortak Kültür Mirasının Arayışında İran İslam Cumhuriyeti Büyükelçiliği Kültür Müsteşarlığı, 2002, s. 53-63.
  • İntihal-i der asar” , Name-i parisi, VOI, No:3, Autumn 2003

  1. Kitap Tanıtımı İle ilgili Makaleleri
    • Robert Olson’un Hisaru Mavsil ve’l-alakatü’l-Osmaniyetü’l-Farisiye (1718–1743) Riyad 1403/1983 Adlı Eserin Arapçaya Yapılan Tercümesinin Tanıtımı
    • Tasavvufi İran Edebiyatı’nın Bilinmeyen En Eski Kaynaklarından Biri
    • Abdu’l-Kahir el-Bağdadî ve ‘et-Tekmile fi’l-hisâb’ Adlı Eseri
    • Baba İlyas-ı Horasanî ve ‘Cihâd–Nâme’si
    • Bir Osmanlı Seyyahı Hace Hâtib Mahmud ve Seyahatü’l-Kübra ve Müfredatü’l-Etibba Adlı Eseri
    • Türkiye Selçukluları Tarihi Hakkında Yeni Bir Kaynak

  1. Eleştiri Türündeki Makaleleri
    • Babailer İsyanı Üzerine
    • Menakibu’l-Kudsiye’nin Neşri Hakkında”
    • Usta Bir İntihalci ve Eseri (İslamiyet ve Türkler)
    • Kendini Âlim Sananlar

Üçüncü Bölüm

Tarih Metodu

Modern dönem tarih yazımı ile birlikte her ne kadar tarih hususunda araştırma yaparken veya bir metin kaleme alırken uluslararası genel geçer bir metod ve sınırlar belirlenmişse de her tarihçinin gerek aldığı geleneksel eğitim anlayışından dolayı gerekse de kendi kişisel çalışma prensipleri neticesinde oluşan bireysel çalışma metodları söz konusu olmuştur.

Mikail Bayram aldığı eğitim ve edindiği alışkanlık neticesinde birçok eski tarihçiler gibi fişleme usulü ile çalışmış ve araştırmalarını yaparken fişleme metodunu kullanmıştır. Kaleme aldığı fişleri uzun yıllar saklamış ve hatta öğrencilerinden Sefer Solmaz’ın bir ifadesi ile akademide yaşadığı türlü zorluklar ve geçim sıkıntıları neticesinde uzun bir süre sobasında bu fişleri yakarak ısınmıştır.

Bir diğer çalışma metodu ise özellikle el yazması metinleri incelerken defter tutma alışkanlığı edinmiş olmasıdır. Özellikle teknolojik olarak bugün ki imkanları olmadığı dönemlerde, tarihi vesikaları alabilmek için el yazısı ile kopya etmek gerekiyordu. Bu sebeple Mikail Bayram’da uzun yıllar el yazması metinler üzerinde araştırmaları sürdürdüğü için defter tutma geleneğini sürdürmüş ve bu defterleri üzerinde çalışmalarını devam ettirmiştir.

Tarih’in Tanımı

Mikail Bayram’ın tarih tanımı özellikle üzerinde durulması gereken bir husustur. Tarih ilmi ve tarih ile ilgili yaptığı tanımı itibarı ile birçok akademisyenden ayrılmaktadır. Kendisi tarih ilmini sadece geçmişte meydana gelen olayları yer ve zaman belirterek belgelere dayalı olarak ele alan bir ilim dalı olarak ifade etmemiş, tarihin geçmişin olduğu gibi bugünün de bir parçası olduğunu söylemiştir. Tarihin her zaman canlı ve devam eden bir süreç olduğunu, insanın her zaman tarihin bir parçası olduğunu ifade etmiştir.

Tarihçinin Görevleri

Mikail Bayram tarihçinin olaylara bakış açısının asla tamamen bağımsız ve objektif olamayacağını ifade etmiş ve tarihçinin insan olması dolayısı ile belirli bir kalıplar ve ideolojik düşünce ile olaylara bakacağını beyan etmiştir. Mikail Bayram’a göre tarihçi ancak elinden geldiği kadar objektif olabilir.

Tarihçi tarihi bilginin doğruluğunu teyit etmeli, kendine has metodları ile bilgiyi değerlendirebileceği bir süzgeci olmalı, olay ve olgular arasında sağlık bir ilişki kurmalı ve kurguyu en sağlıklı sonucu verecek şekilde yapmalıdır demiştir.

 

Tarih’in ve Tarihçinin Kaynakları

Mikail Bayram’a göre tarihe ait olan her şey bir tarihçinin kaynağı olabilir. Sadece yazılı eserler değil, sözlü gelenek, her türlü mimari yapı da tarihçinin kaynağını teşkil edebilir. Nitekim kendisi özellikle Orta çağ sosyal tarihi ile ilgili ihtisas sahibi olduğu için tarihi vesikalar dışında her türlü edebi eserden de yararlanmıştır.

Dil Yetkinliği

Mikail Bayram bir tarihçinin çalıştığı alanla ilgili kaleme alınmış her türlü vesikayı okuyabilmesi gerekliliği üzerinde durmuştur. Kendisi ana dili Türkçe dışında, Arapça, Farsça, Pehlevice, Kürtçe, İngilizce, Almanca bilmektedir.

Sonuç

Mikail Bayram kendi alanında önemli eserler veren bir tarihçi olmuştur. Onun bu merhalede bir tarihçi olmasının en büyük nedenlerinden biri yetiştiği çevre ve tahsil hayatı olduğu kanaatindeyiz. Özellikle de çocukluk yaşlarından itibaren sözlü geleneğin hâkim olduğu bir kültürde büyümesi, edebi eserler ile erken yaşlarda tanışıklığı olması ve aldığı medrese eğitimleri onun zihin yapısını ve akademik kabiliyetlerini geliştirdiği aşikardır.

Bilhassa üniversite hayatı ile birlikte ülkenin tanınmış en önemli ilim adamlarından eğitimler alması, özellikle de dil yeterliliği konusunda ileri derecede uzmanlaşması ona her zaman akademik bir başarı sağlamıştır. Özellikle herkesin kolaylıkla kalem oynatamayacağı alan ve konularda çalışması, el yazması eserler hususunda ki istidadı onu farklı bir akademisyen kılmıştır.

Çalıştığı alanın istediği kaynak diller konusundaki derinliği onu birçok meslektaşından ayrı kılmıştır. Bu farklılığı akademik çalışmalarındaki derinliği apaçık ortaya koymuştur.

Bu yazı Umut Güner tarafından kaleme alınmıştır.

Putin kimdir?

Putin 1975 yılında hukuk fakültesinden mezun olmuştur. Mezuniyetinin ardından Sovyet İstihbarat Servisi KGB’de göreve başlamış ve 1985 yılında KGB binbaşısı olarak görev yapmıştır. 1990 yılında Doğu Almanya Cumhuriyeti’nde yaşamıştır. 1991 yılında St. Petersburg Belediye Başkanı Sobchak yönetimi altında çalışmıştır. 1996 yılında seçimleri kazanamayan Sobchak’ın yanından ayrılarak Kremlin Mal müdürü Pavel Borodin’in başyardımcısı olmuştur. 1999 yılında Başbakan olarak göreve başlamadan önce 1998 yılında Putin, ismi Federal Güvenlik Servisi (Rus İstihbarat Servisi) olarak değişen kurumun başkanı olarak görev yapmıştır.

Putin 26 Mart 2000 yılındaki seçimlerin ardından iş başına gelmiş ve ülkede beklenen istikrarı sağlamak için çalışmalarına başlamıştır. Bu istikrar hem siyasal hem ekonomik alanda gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Yeltsin döneminden miras kalan oligarklar ve ekonomide yaşanan yolsuzluk iddialarının Putin yönetiminde ele alınarak ortadan kaldırılması çalışmaları Putin’e destek sağlamıştır. Ayrıca Putin’in Çeçenistan’da ortaya çıkan direnişi önlemesi güvenlik konusunda da istikrar sağlamasına yardımcı olmuştur. Bunun yanında dış politikada da aktif rol oynamıştır. Böylelikle Rusya halklarının itibarını korumuştur. 2 Mart 2008 tarihinde Medvedev’in, yapılan başkanlık seçimlerini kazanması nedeniyle görevden ayrılmıştır.

Putin Çeçenistan’daki direnişe karşı mücadelesi, Rus milliyetçiliğini desteklemesi, milliyetçi ve devletçi anlayışı sentezleyerek yönetiminde bu anlayışı benimsemesi, yıllardır ekonomik sıkıntılar yaşayan halkın sorunlarını sona erdireceği izlenimini uyandırması bu süreçte başarılı olmasını beraberinde getirmiştir. Bu girişimlerini medyanın devlet tekelinde olması kolaylaştırmıştır.

Putin Rusya’nın yeniden inşası için bir takım hedefler belirlemiştir. Öncelikle Rusya’nın uluslararası alanda kaybolan gücünü arttırmak ve itibarını düzeltmek, dünya nezdinde gücünün göstergesi olacak silahlı kuvvetleri canlandırmak, ekonomik anlamda dünya devleri arasında yerini almasını sağlamak, ülke refahını arttırmak ve tüm bunları merkezi bir devlet anlayışıyla yerine getirmek en büyük hedefleri olmuştur.

Sovyetler döneminde Komünizmi kurma ve ABD ile rekabet söz konusu olmuştur. Sovyet halkına Sovyet sisteminin ülke ve daha sonra dünyada yayılacağını dayatan ideoloji aşılanmıştır. Fakat Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki ortamda bir belirsizlik oluşmuş ve bu belirsizliği gideren kişi Vladimir Putin olmuştur. Bu doğrultuda siyasal bir terim olarak Putinizim kavramı ortaya konmuştur. Putin’e muhalefet eden Boris Nemstov ve Vladimir Kara-Murza tarafından bu kavram, Rusya’yı yeniden inşa etmek için merkezi yönetimi güçlendirerek otoriter bir rejim oluşturmak olarak ifade edilmiştir. Putin’in oluşturmaya çalıştığı merkezi yönetimin üç temel belirleyeni olmuştur. Bunlar; ilk olarak eski KGB yeni Federal Güvenlik Servisi (FSB) çalışanları, askerler, bürokratik elit, ikinci olarak oligark olarak adlandırılan zengin ve nüfuzlu iş adamları, son olarak da milliyetçiliktir. Bu yöntemle devlet içinde güçlü bir merkezileşme söz konusudur. Devletin her alanında, birkaç medya organı dışında tüm medya devlet kontrolüne alınmıştır. Sivil toplum örgütlerinin de birçoğu devlet eliyle kurulmuştur ya da desteklenmektedir. Oligarklar; çok zengin, petrol, gaz ve maden alanındaki işletmeleri yöneten iş adamlarıdır. Yeltsin dönemi oligarkların zirveye çıktıkları dönem olmuştur. Bu dönemde devlet meselelerine de müdahale edebilmişlerdir. Putin ise bu kesimi devlet işlerinden uzaklaştırmıştır. Devletin koyduğu kurallara uyduğu sürece faaliyetlerini sürdürmelerine izin vermiş, devlet kontrolünden çıkanları ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Putin son olarak da milliyetçiliği söz konusu güçlü ve merkeziyetçi Rusya’yı kurmak için önemsemiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından halkın güçlü bir otoriteye ihtiyaç duyması sebebiyle milliyetçilik duyguları kabarmış ve Putin de bu kavramı kullanmıştır.

Putin göreve başlaması ile birlikte Rusya’nın siyasal sistemini yeniden inşa etmek için çalışmıştır. Merkezileşme yönünde hareket ederken ordu, istihbarat teşkilatları, merkez kurumlarını kendine bağlamıştır. Bu aşamada en büyük sorun farklı etnik toplulukların aynı bünye içerisinde yaşıyor olmasıdır. Bu topluluklar arasında bütünlük oluşturmak hayli zor bir durumdur. Bu anlamda başarı sayılabilecek bir durum da Putin’in yönetimi esnasında Çeçen savaşlarını sonlandırmasıdır. Her ne kadar etnik sorunlar tam anlamıyla bitmese de BDT ülkelerinin birçoğunda Rus kimliği oluşturulmaya çalışılmıştır. Yeltsin dönemindeki güvenlik sorununun aşılarak suç oranlarının düşürülmesi de Putin’in elde ettiği başarılar arasında yer almıştır. Ekonomide gerçekleşen iyileşme de Putin’in başarısını perçinlemiş ve halkın desteğinin artmasını sağlamıştır. Doğrudan yabancı yatırımlar, know-how gelişiminin devlet tarafından desteklenmesi, özelleştirmelerin sonlandırılması, yüksek teknoloji yatırımlara öncelik verilmesi, ekonomideki refahın sadece petrol fiyatlarının yükselmesi sonucu oluşmadığının göstergesi olmuştur. Dış politikada da Yeltsin dönemindeki gibi kabullenmiş bir siyaset izlememiş, Rusya’yı “egemen bir demokrasi” adı altında uluslararası arenada yeni bir güç merkezi olarak tanıtmıştır.

Putin yönetiminde başarılar kadar başarısızlıklar da bulunmaktadır. Sivil toplum hareketlerinin uluslararası bağlantılarının kesilmesi, yolsuzlukla mücadelede yetersiz kalınması, muhaliflerin faili meçhul cinayetleri, sağlık sistemindeki sorunlar, işçilerin taleplerinin karşılanmaması, azınlıklara yönelik baskıcı politikalar gibi sorunlar baş göstermektedir. Fakat bu sorunlara rağmen Putin, Rus toplumu tarafından güven ve istikrarı sağlayan bir lider olarak kabul edilmiştir.

26 Mart 2000 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerini kazanan Putin, vekâleten bulunduğu koltuğa resmen oturmuştur. Putin’in 2 dönem başkanlık görevi boyunca liderlik ettiği Rusya’nın en güçlü ve büyük siyasi partisi Birleşik Rusya (Единая Россия; Yedinaya Rossiya) Partisidir. Parti, 1999 yılının sonunda Putin’in devlet başkanlığı seçimlerine hazırlanırken kurmuş olduğu Birlik Partisi ile Anavatan(Bütün) Rusya Bloğu’nun 2001 yılında birleşmesi sonucu oluşmuştur. Putin başkanlığı süresince partiye önderlik etmiştir. Merkezi ve milliyetçi bir parti olarak nitelendirilecek Birleşik Rusya Partisinin ideolojisi, Rusya’nın eski gücüne kavuşturulması ve dünya üzerindeki yerini tekrar alması üzerine kurulmuştur. Birleşik Rusya Partisi’nin en büyük gençlik organizasyonu “Genç Muhafız” (Molodaya Gvardiya) adlı gençlik koludur. 150 binden fazla kişi bu bünyenin çatısı altında toplanmış olup 2000 yılından beri varlığını sürdürmektedir.

2001 yılında Putin yanlısı Birlik Partisi ve eski Başbakan Yevgeny Primakov ve Moskova Belediye Başkanı Yuri Luzhkov’un Anavatan (Bütün) Rusya partilerinin birleşmesi ile oluşan parti, Rusya’nın politik anlamda merkezini ele geçirmek için Kremlin tarafından kurulmuş politik bir oluşumdur.

Vladimir Putin iki dönem boyunca yürüttüğü başkanlık görevinde Rusya’da otoriter bir rejim yaratmıştır. Otoriter rejimlerde parti ve devlet iç içe geçmiş durumdadır. Parti, bölgesel ve ulusal seçimlerde ezici zaferler kazanmak için devlet kaynaklarına ve politikalarına erişimi kullanır. Putin’in liderlik ettiği Rusya’nın en güçlü partisi Birleşik Rusya (Edinaya Rossiya), partinin başkan ve parlamentoyu birbirine bağlayan rolünü örneklendirmektedir.

Dr. Sumru Kaleli

Donald Trump kimdir?

Donald Trump’ın Hayatı

Donald John Trump 14 Haziran 1946 yılında Newyork, Queens’te doğmuştur. Babası ünlü işadamı Frederich Trump, annesi Marry MacLeod Trump’tır. Frederich Trump Alman asıllı emlakçı, Marry Trump ise İskoç asıllı olup Amerika’ya göç etmişlerdir. Donald Trump’ın büyük dedeleri Otuz Yıl Savaşları’nda Drumpf olan soy isimlerini Trump olarak değiştirmişlerdir. Hatta Trump’ın gen havuzunu araştıranlar Trump’ın Nazilere dayandığını da iddia etmişlerdir. Seçim kampanyalarında göçmenleri ötekileştirmeye çalışan Trump’ın aslında kendisinin de göçmen olduğunu görmekteyiz. Donald Trump 1960’lı yıllarında liseyi terk edip askeri akademide okumuştur. 1968’den sonra Pensilvanya’da Wharton Institu’de işletme bilimlerinden eğitim almıştır. Babası Fred Trump’ın yanında iş hayatına başlayan Trump emlak alanında büyük başarılar elde etmiştir. İlk olarak Commodore otelini restore edip Grand Hyatt oteline dönüştürmüştür. Bu çalışmasının ardından sürekli gündemde olan Trump, en büyük başarım dediği 68 katlı Trump Tower’ı inşa etmiştir. Ardından birçok otel, golf sahası ve kumarhane inşa eden Trump Emlak Kralı olarak bilinmeye başlanmıştır. Donald Trump giderek medya ve Amerika’da ünlü bir iş adamı olmuştur. Ayrıca televizyon ve sinemaya olan ilgisi onu sürekli olarak ekranda tutmuş, 2003’te NBC TV’de “The Apprenticeé Trump çırak arıyor programında da yer almıştır. Hep göz önünde olmayı seven Trump Miss USA, Miss Universe gibi güzellik yarışmalarını da satın almıştır. Ayrıca “How to Get Rich” kitabı da Amerika’da büyük ilgi görmüştür. Donald Trump üç evlilik yapmış ve 5 çocuğu vardır. Çocuklarını kendi şirketinin “The Next Generation” olarak ilan etmiştir. Kendi gibi çocuklarının da başarılı olmasını ve kendinden sonra da Trump başarısının devam etmesini istemiştir. Çünkü Donald Trump, Amerika’nın müteahhit ve politikacı olarak en iyilerden değerlendirilmişti. İş dünyasının en önemli dergilerinden biri olan Forbes, dünyanın en zengin 400 iş adamı listesinde Donald Trump’a da yer vermiştir. Forbes Trump’ın 3,1 milyar doları olduğunu söylese de Trump, 10 milyar dolarıolduğunu açıklamıştır. Bu kadar zengin ve başarılı bir iş adamının kişiliğine baktığımızda ise genelde narsist, agresif, tutarsız, materyalist, başarıya ve kendine inanan, karizmatik ve daima önde olmayı isteyen biri olarak tanımlanmıştır.

Donald Trump Başkanlığa Adaylığı

Donald John Trump ABD başkanlığına aday olmadan önce “Emlak Kralı” olarak bilinen bir iş adamıydı. Trump Haziran 2015’te, 2016’daki seçimlere Cumhuriyetçi Parti’den adaylığını ilan etmiştir. Dünya’da bir anda beklenmedik propagandalar ve sert çıkışlar yapan bir başkan adayı belirmişti. Trump’ın seçim süreci boyunca birçok seçim vaatleri, sert politikaları ve söylemleri olmuştur. Bunlardan en dikkat çekenleri; ötekileştirme, göçmen sorunu ve İslamofobidir. Donald Trump seçim vaatlerinde göçmen krizine son vereceği, Müslümanlık ve IŞİDile mücadele konularında son derece kararlı ve azimli olacağını vurgulamıştır. Kısaca Trump’ın seçim vaatlerine baktığımızda; 1. Meksika sınırları boyunca göçmenlerin gelmesini engelleyecek şekilde 12 metre boyunda duvar ördürmek, 2. Rusya ve Çin ile ilişkileri ve ticareti geliştirme, 3. Vergileri düşürmek, işsizliği azaltmak ve ekonomik büyüme gerçekleştirmek, 4. ABD’deki Müslümanları kontrol altında tutmak, camileri takip altında tutmak ve Müslümanların ülkeye girmesini engellemek, 5. IŞİD ile sonuna kadar mücadele etmek, IŞİD’ı bitirmek ve IŞİD üyeleri gibi üyelerin “Water Boarding” yöntemi ile sorgulanmasını istemek, 6. ABD’deki 11 milyon kayıtsız göçmeni sınır dışı etmek ve bireysel silahlanmaya destek vermektir. Yukarıda gördüğümüz üzere Donald Trump’ın Müslümanlara yönelik ve göçmenlere yönelik söylemlerini kabataslak görmekteyiz. Bu tezde özellikle Müslümanlara yönelik sert söylemlerini daha detaylı inceleyeceğim. Donald Trump’ın Müslümanlarla ilgili yaptığı İslamofobik konuşmalar tüm dünyaca tartışılmış ve ABD’nin özgürlükçü yapısına ters düşüldüğü söylenmiştir. Donald Trump da tıpkı tüm İslamofobikler gibi İslam dinini terör örgütleriyle bağdaştırmıştır. Konuşmalarında İslam karşıtı birçok söylem yer almaktadır. Ayrıca başkan olduktan sonra da verdiği vaatlerin çoğunu gerçekleştirmiştir. Amerika’da 11 Eylül 2001 olaylarından sonra Obama döneminde durgunluk yaşayan İslamofobik söylemler Donald Trump’ın seçilmesiyle artmıştır.

Donald Trump 2012 yılında Good Morning Amerika’ya verdiği röportajda Müslümanlar hakkında olumlu ifadeler kullanmıştır. Dünyada Müslümanlarla ilgili ciddi problemlerin yaşandığını bunun çok üzücü bir durum olduğunu çünkü onun tanıdığı Müslümanların iyi insanlar olduğunu söylemiştir. Donald Trump’ın bu düşüncesi ilerleyen zamanlarda değişmiştir. Donald Trump’ın Müslüman ülkelerinde birçok yatırımları bulunmaktadır. Özelikle Suudi Arabistan ve Türkiye’de birçok yatırımı bulunan Trump o zamanlar Müslümanlar hakkında böyle ılımlı konuşmuştur. Başkanlığa adaylığını koyduğu günden beri İslam ile alakalı ılımlı sözlerine çok nadir rastlanmaktadır

Donald Trump 16 Haziran 2015’te Amerika Birleşik Devletleri 45. Başkanlığına adaylığını ilan etmişti. New York’ta adaylığını ilan ettiği gün konuşmalarında en çok dikkat çeken başlıklar, Meksika sınırı ve göçmenler, IŞİD ve son olarak da İslami terörizmdir. Donald Trump adaylığa ilanındaki ilk konuşmasında İslami terörizmden bahsederken “İslami terörizm Ortadoğu’nun büyük bir bölümünü yiyor.” demiştir (The American Presidency Project, 2015, s. 2). Trump IŞİD’den, Irak’tan ve İran’dan da bahsetmiştir. Müslüman ülkeler ve İslam ile alakalı ilk konuşmasından son konuşmasına kadar sık sık değinmesi Donald Trump’ın seçim kampanyalarında bu konu üzerinde sürekli duracağı ve belli bir kesimden bu söylemleri sayesinde oy toplayacağı düşünülmektedir. Trump İslami terörizm üzerinde çok yoğunlaşmıştır. Tüm Müslümanlara terörist gözüyle bakması ve İslamofobik söylemlerinin Amerika’da ve tüm dünyada tepki topladığı aşikardır. Bilindiği üzere İslamofobi ve İslami terörizm kavramları 11 Eylül saldırılarının ardından artmıştır. Emperyalist ve hegomonik güçlerin yeni bir düşman arayışında İslam ve Müslümanlar terör ile sıkı bir ilişki içerisindeymiş gibi gösterilmeye devam ettirilmiştir. İslam’ın doğuşundan Haçlı seferlerine, Osmanlı döneminden günümüz yüzyılına kadar Müslümanlar şeytani varlıklar, barbarlar ve daha birçok gerçek dışı ithamlarla karşı karşıya kalmışlardır. Böylelikle İslami terörizm ifadesi de Sovyetlerden bu yana kullanılmaya başlanmıştır. İslam eşittir terör ve terörist eşittir Müslümanlardır düşüncesiyle suçlamalarda bulunulmuş ve Müslümanlara karşı ötekileştirilme yapılmıştır. ABD’nin 45. Başkan adayı Donald J. Trump da İslami terörün Ortadoğu’yu yediğini vurgularken aslında Ortadoğu’da var olan terör örgütlerini kimlerin desteklediğini unutmuş ve orada öldürülen Müslümanların sadece masum insanlar olduğunu ve terörle alakalarının olmadığını göz ardı etmiştir. Trump’ın burada İslami terörizmden kastı Ortadoğu’da bulunan İslami terör örgütlerdir. Müslümanlığı yakından inceleyen bir kişi şunu çok iyi bilir ki İslam dini barış, kardeşlik ve ahlak dinidir. Trump’ın adaylığını açıkladığı ilk konuşmasında İslami terörizmden bahsetmesi ve IŞİD’i bitireceğinden söz etmesi ilerleyen dönemlerde de İslam ve Müslümanlar üzerinden seçim propagandaları yapacağını göstermektedir.

Naciye Karakuş

Recep Tayyip Erdoğan kimdir?

Aslen Rizeli olan Recep Tayyip Erdoğan, 26 Şubat 1954’te İstanbul’da doğdu. 1965 yılında Kasımpaşa Piyale İlkokulu’ndan, 1973 yılında ise İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Fark dersleri sınavını vererek Eyüp Lisesi’nden de diploma aldı. Üniversiteyi Marmara Üniversitesi İktisadî ve Ticarî Bilimler Fakültesi’nde okuyan Erdoğan, bu okuldan 1981 yılında mezun oldu.

Gençlik yıllarından itibaren sosyal hayat ve siyasetle iç içe bir yaşamı tercih eden Erdoğan, disiplinli ekip çalışmasının ve takım ruhunun önemini kendisine çok genç yaşlarda öğreten futbolla 1969-1982 yılları arasında amatör olarak ilgilendi. Aynı zamanda bu yıllar, genç bir idealist olarak memleket meseleleri ve toplumsal sorunlarla ilgilenen Recep Tayyip Erdoğan’ın aktif politikaya adım attığı döneme rastlamaktadır.

Lise ve üniversite yıllarında Millî Türk Talebe Birliği öğrenci kollarında aktif görev alan Recep Tayyip Erdoğan, 1976 yılında MSP Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanlığı’na ve aynı yıl MSP İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığı’na seçildi. 1980 yılına kadar bu görevlerini sürdüren Erdoğan, siyasi partilerin kapatıldığı 12 Eylül döneminde, özel sektörde bir süre müşavirlik ve üst düzey yöneticilik yaptı.

1983 yılında kurulan Refah Partisi ile fiilî siyasete geri dönen Recep Tayyip Erdoğan, 1984 yılında Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985 yılında ise Refah Partisi İstanbul İl Başkanı ve Refah Partisi MKYK üyesi oldu. İstanbul İl Başkanlığı görevi sırasında diğer siyasi partiler için de model olan yeni bir örgütsel yapı geliştiren Erdoğan, bu dönemde özellikle kadınların ve gençlerin siyasete katılımını artırmaya yönelik çalışmalar yaptı; siyasetin tabana yayılarak geniş halk kitleleri tarafından benimsenip itibar görmesi yolunda önemli adımlar attı. Bu yapılanma, mensubu bulunduğu Refah Partisi’ne 1989 Beyoğlu yerel seçimlerinde büyük bir başarı kazandırırken, yurt genelinde de parti çalışmaları için örnek teşkil etti.

27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, siyasî yeteneği, ekip çalışmasına verdiği önem, insan kaynakları ve malî konulardaki başarılı yönetimiyle dünyanın en önemli metropollerinden biri olan İstanbul’un kronikleşmiş sorunlarına doğru teşhis ve çözümler üretti. Su sorunu, yüzlerce kilometrelik yeni boru hatlarının döşenmesiyle; çöp sorunu ise dönemin en modern geri-dönüşüm tesislerinin kurulmasıyla çözümlendi. Hava kirliliği sorunu Erdoğan döneminde geliştirilen doğalgaza geçiş projeleriyle son bulurken, kentin trafik ve ulaşım açmazına karşı 50’den fazla köprü, geçit ve çevre yolu inşa edildi; sonraki dönemlere ışık tutacak birçok proje geliştirildi. Belediye kaynaklarının doğru kullanımı ve yolsuzluğun önlenmesi amacıyla olağanüstü önlemler alan Erdoğan, 2 milyar dolar borçla devraldığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin borçlarını büyük ölçüde ödedi ve bu arada 4 milyar dolarlık yatırım gerçekleştirdi. Böylece, Türkiye’nin belediyecilik tarihinde yeni bir çığır açan Erdoğan, bir yandan diğer belediyelere örnek olurken, bir yandan da halk nezdinde büyük bir güven kazandı.

Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997’de Siirt’te halka hitaben yaptığı konuşma sırasında, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından öğretmenlere tavsiye edilen ve bir devlet kuruluşu tarafından yayınlanan bir kitaptaki şiiri okuduğu için hapis cezasına mahkûm edildi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine son verildi.

Recep Tayyip Erdoğan, 4 ay kaldığı cezaevinden çıktıktan sonra kamuoyunun ısrarlı talebi ve gelişen demokratik sürecin bir sonucu olarak 14 Ağustos 2001’de arkadaşlarıyla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) kurdu ve Kurucular Kurulu tarafından AK Parti’nin Kurucu Genel Başkanı seçildi. Milletin teveccüh ve güveni AK Parti’yi daha kuruluşunun ilk yılında Türkiye’nin en geniş halk desteğine sahip siyasî hareketi hâline getirdi ve 2002 yılı genel seçimlerinde üçte ikiye yakın parlamento çoğunluğuyla (363 milletvekili) tek başına iktidara taşıdı.

Hakkındaki mahkeme kararı nedeniyle 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletvekili adayı olamayan Erdoğan, yapılan yasal düzenlemeyle milletvekili adaylığının önündeki yasal engelin kalkması üzerine, 9 Mart 2003’te Siirt ili milletvekili yenileme seçimine katıldı. Bu seçimde oyların yüzde 85’ini alan Erdoğan, 22. Dönem Siirt Milletvekili olarak parlamentoya girdi.

15 Mart 2003 tarihinde Başbakanlık görevini üstlenen Recep Tayyip Erdoğan, aydınlık ve sürekli kalkınan bir Türkiye idealiyle, hayatî öneme sahip birçok reform paketini kısa süre içinde uygulamaya koydu. Demokratikleşme, şeffaflaşma ve yolsuzlukların engellenmesi yolunda büyük mesafeler katedildi. Buna paralel olarak ülke ekonomisi ve toplum psikolojisini olumsuz yönde etkileyen ve on yıllardır çözülemeyen enflasyon kontrol altına alındı, itibarını yeniden kazanan Türk Lirası’ndan 6 sıfır atıldı. Devletin borçlanma faiz oranları aşağı çekildi, kişi başına düşen millî gelirde büyük artış gerçekleştirildi. Ülke tarihinde daha önce görülmemiş hız ve sayıda baraj, konut, okul, yol, hastane ve enerji santrali hizmete girdi. Bütün bu olumlu gelişmeler, bazı yabancı gözlemciler ve Batılı liderler tarafından “Sessiz Devrim” olarak adlandırıldı.

Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde ülke tarihinin dönüm noktası olarak nitelenen başarılı girişimlerine ek olarak, akılcı dış politikası ve yoğun ziyaret-temas trafiğiyle Kıbrıs sorununun kalıcı çözüme kavuşturulması ve dünyanın çeşitli ülkeleriyle verimli ilişkiler geliştirilmesi konularında önemli adımlar attı. Tesis edilen istikrar ortamı iç dinamikleri harekete geçirirken, Türkiye’yi bir merkez ülke hâline getirdi. Türkiye’nin ticaret hacmi ve siyasal gücü, yalnız içinde bulunduğu coğrafî bölgede değil, uluslararası alanda da hissedilir düzeyde arttı.

Recep Tayyip Erdoğan, 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde %46,6 oy alarak büyük bir zafer kazanan AK Parti’nin Genel Başkanı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 60. Hükûmeti’ni kurdu ve tekrar güvenoyu aldı.

Recep Tayyip Erdoğan, 12 Haziran 2011 seçimlerinden de daha büyük bir zaferle çıktı ve % 49,8 oy alarak 61. Hükûmeti kurdu.

10 Ağustos 2014 Pazar günü, Türk siyasi tarihinde ilk kez doğrudan halkın oylarıyla ve ilk turda 12. Cumhurbaşkanı seçildi.

16 Nisan 2017 tarihindeki halk oylamasında kabul edilen Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının partili olabilmesinin önünün açılmasının ardından Recep Tayyip Erdoğan, 21 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleştirilen 3. Olağanüstü Büyük Kongrede, kurucusu olduğu AK Parti’nin Genel Başkanlığına yeniden seçildi.

24 Haziran 2018 Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %52.59 oy oranıyla yeniden Cumhurbaşkanı seçildi.

16 Nisan 2017’de kabul edilen Anayasa değişikliği ile hayata geçirilen Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak 9 Temmuz 2018 tarihinde yemin ederek görevine başladı.

Recep Tayyip Erdoğan, evli ve 4 çocuk babasıdır.