Tuğçe Işınsu kimdir? Kitapları nelerdir?

FMV Özel Işık Lisesi ve İstanbul Üniversitesi, İngiliz Dili & Edebiyatı mezunu  olan Tuğçe Işınsu, 11 yıl süren reklam yazarlığı kariyerinin ardından doğuştan  sahip olduğu psişik güçleri ve aldığı spiritüel eğitimler ile Spiritüel Danışmanlık  yapmaya başlamıştır. Birçok yaşam merkezinde, ayrıca 7 yıldır kendi sunduğu ve  konuk katıldığı 200’ün üzerinde TV programında İişkiler, Melekler, Mistisizm,  Enerji Çalışmaları, Şifa Yöntemlerini tüm Türkiye’ye ve Dünyaya tanıtan  Tuğçe Işınsu, 6 kitabın da yazarıdır. Dünyanın her yerinden binlerce danışan ile  çalışmalarını sürdüren Tuğçe Işmsu, “MUCİZELERİ ÇAĞIRMAK” ile yaşanılan  tüm sorun ve çöküşlerin bir fırsat gibi görülmesini öğütliiyor, gerçek mucizenin  insanın içinde ve dualarda saklı olduğunu hatırlatıyor.

Kitapları

  • El Vedud
  • El Cami
  • Ol Der ve Olur
  • Mucizeleri Çağırmak
  • Onu Kendine Aşık Et
  • Melekler ve Dünyanın Kurtuluşu
  • Aşk ve Cazibe Akademisi
  • Hiç’likten Gelen Güç

Erol Güngör Kimdir? Hayatı ve Eserleri nelerdir?

Türk düşünce târihinin ve bu târih içerisinde Türk milliyetçiliği düşüncesinin önemli bir merhalesini teşkîl eden, kültür, medeniyet, milliyetçilik ve din konularına eğilerek özgün bir sosyo-kültürel tetkikler külliyâtı ortaya koyan sosyal bilimci Erol Güngör, Kırşehir’de Ahî tekkesinin son şeyhi ve Ahî Evren Camii’nin imamı olan Hâfız Osman Efendi’nin torunu olarak dünyâya gelmiş ve bu mânevî atmosfer içerisinde büyümüştür. Ortaokul çağlarında Osmanlıca öğrenip lise yıllarında husûsî Arapça dersleri alarak millî kültürümüzün kaynaklarına daha o yıllarda eğilmeye başlayan Güngör’ün ilk yazıları da bu yıllarda mahallî gazetelerde neşredilmiştir. Kırşehir Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolan; fakat bu şehirdeki kültür mahfillerinden birisinde Fethi Gemuhluoğlu vâsıtasıyla tanıştığı Mümtaz Turhan’ın teşvîkiyle Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’ne geçen Güngör’ün üzerinde en önemli tesirin sâhibi de Mümtaz Turhan olmaya devam etmiş, hatta çoğu kimse ilmî kariyerini değerlendirirken onu Ziya Gökalp’la Mümtaz Turhan’dan sonra, birbirini belli bir yöntem içerisinde eleştirerek ilerleyen kültürel bir verâset halkasının son zinciri kabûl etmiştir.

Edebiyat Fakültesi’nde okurken bir yandan da aynı okulda memûriyete başlayan Güngör, öğrenciliği esnâsında Fransızca ve İngilizce öğrenmiş ve mezun olduğu 1961 senesinde Tecrübî Psikoloji Kürsüsü’nde asistan olarak akademik hayâtına başlamıştır. İlk telif eseri olan ve E. Kırşehirlioğlu takma adıyla yayınladığı Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri kitabında meseleyi ilmî bir zâviyeden ele alarak kültür değişmesi olgusuna eğilmiş, 1963’te çıkan bu eserden sonra, 60’lı yıllar boyunca, kendisini yazıları hâricinde bilhassa meşgûliyet sâhasıyla ilgili belli başlı Batı kaynaklarının çevirisine hasretmiştir. Bunlar, sosyal psikoloji, iktisâdî gelişme, sınıf mücâdelesi, sanayileşmenin kültürel esasları gibi içinde bulunulan çağın sosyal mesele ve değerlendirmelerine adanmış kaynak eserlerdir. Bu çevirilerin bir diğer özelliği, alelâde bir dille ortaya konulmuş ilmî ve kuru temrinler olmamalarıdır. Onu, “XX. Yüzyılda ilmî Türkçe’nin en ehil nümûnesi” olarak gören A. T. Alkan’ın ifâdesiyle, “Erol Güngör’ün Türkçe menşurundan geçen bu kitaplar Türkçe ile telif edilmiş gibidirler.”

Erol Güngör’ün şüphesiz en önemli yanı, milliyetçiliğidir. O, milliyetçiliği bir ilim ve kültür meselesi olarak görmüş, milleti yükseltmenin, çağdaş ve millî bir kültür inşâ etmenin aracı olarak kabûl etmiştir. Onun milliyetçiliğinde romantizm devrine özgü sloganlar, yerini ilmî kriterler içinde suhûletle yapılan değerlendirmelere terk etmiştir. A. T. Alkan’ın tâbiriyle o, “bir kavga teorisyeni değil, ilmî milliyetçiliğin restoratörü” olarak temâyüz etmiştir. Bu bağlamda 1975’te kendi adıyla yayınladığı ve aynı konuya temâs ettiği yazılardan oluşan ilk telifi olarak Türk Kültürü ve Milliyetçilik çıkmış, “Milliyetçilik ve Halkçılık”, “Milli Kültürün Dünü ve Bugünü”, “Millet ve Din Hayatı” gibi temel başlıklar altında Türk milliyetçiliğinin meseleleri sosyal psikolojinin yöntemleriyle ele alınmıştır. Bu ince fakat nitelikli derlemeyle Türk milliyetçiliğini ilmî ölçülerle işlemek konusundaki istidat ve gayretini sürdüren Güngör, kesin hükümlerden uzak ve analitik üslûbuyla, bilhassa yarattığı Osmanlı – Türk ikiliği noktasında eleştirdiği Ziya Gökalp’ı tâdil edercesine milliyetçiliğini Osmanlı mîrâsı, İslâm dini ve gelenekleri ile bu esaslar üzerinde yükselecek bir millî kültür anlayışının uzlaştırılması çabasıyla şekillendirmiştir. Bu bağlamda modernleşme târihimizi ve Batılılaşma mâcerâmızı da değerlendiren ve millî kültüre tepeden inmeci yöntemlerle müdahale eden Batıcı Kemalist seçkinleri de mâkul ve kaliteli bir eleştiri süzgecinden geçiren Güngör, modernleşmenin halka uzak elitistler kanalıyla değil, yerli kültürün unsurlarını siyâsî mecrâya taşıyacak olan orta tabakaya mensup muhafazakâr ve milliyetçiler kanalıyla gerçekleşeceğini savunmuştur. A. T. Alkan, Erol Güngör’ün, “inkılaplar esnasında ‘zaruret’ icabı  by-pass edilerek Türk tarihinde gri bir bölge olarak geçiştirilen Osmanlı epizotuna milliyetçilerin dikkatini çekmesi”nin bilhassa 70’li yılların Türkiyesi’nde yadırganan bir “millî tavır” olarak görüldüğünü kaydetmiştir. Burada bâzı “gönüldaş”ları tarafından Osmanlıcı ithâmıyla zemmedildiğini de belirtmekle birlikte Turan, milliyetçiliğe Osmanlı damarını Güngör’den çok önce ve üstelik ilmî değil romantik ve aşırı denilebilecek bir muhabbetle sokanın Atsız Bey olduğunu es geçmiştir. Kaldı ki aynı Osmanlıcı ithâmına Atsız Bey de mâruz kalmıştır.

1980’de yayınlanan Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik adlı çalışmasına Ziya Gökalp’ın, kendisi tarafından onaylanmasa da,  kültür – medeniyet ayrımını yapmakla elde ettiği ve Batı medeniyetine dâhil olmamız için kendimize âit değerlerden ferâgat etmememizi sağlamak üzere millî olan her şeyi kültür (hars) kavramına ircâ ederken amaçladığı pratik faydalara değinerek kültür değişmeleri, millî târih, örf ve âdetler gibi temel başlıklar altında değerlendirmelerini açmış; gerek bu eseri gerek iki yıl sonra neşredilen, Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik eserinde kültür – medeniyet ayrımını, medeniyet değişikliği meselesini ve dolayısıyla Gökalp’ın en önemli tezlerinden birini, başlı başına kıymet taşıyan bir Türk medeniyetinin varlığını savunarak bu medeniyetin Batı medeniyetiyle ilişkilerini red veya kabûl gibi vülgarize yaklaşımların üzerinde bir alışveriş ilişkisi olarak nitelendirmiş ve kültür – medeniyet dikotomisini reddetmiştir. Aynı anlayış içerisinde İslâm’ın Bugünkü Meseleleri’nde de benzer konulara değinip millî kültürün kaynağını işâret etmiştir: “Türklerin onuncu asırdan itibaren ortaya çıkardıkları her eseri İslâm kültürü içinde bir yere oturtmak, o kültür içinde izah etmek mümkündür. Bizde en ileri gitmiş edebiyat formu olan şiirimize dikkat edilirse, buradaki mazmunların pek çoğunun başta Kur’an ve peygamber sözleri olmak üzere İslâm medeniyet dairesinin ortak kaynaklarına dayandığı görülür. İslâm’a müracaat edilmeksizin bu eserleri anlamaya imkân yoktur. Bunlarda İslâm’ın insan görüşü dile getirilmiş, İslâm’ın temel değerleri işlenmiş, İslâm’a ait olaylar ve mitoloji kullanılmış, kısacası Türk-İslam kültürünün tipik örnekleri verilmiştir.”

Eleştirilerini sâdece Batıcı modernleşmeciler ve inkılâpçılar değil, milliyetçiliği reddeden İslâmcı görüşlere de yönelten Güngör, Hicrî 15. asra girişimiz münâsebetiyle 1981’de yayınladığı İslâm’ın Bugünkü Meseleleri’nde, millî karakteri, millet gerçeğini kabûl etmeyen romantik ve kozmopolit ümmetçilere de temâs etmiş ve bu ideolojilerini, etnik duyarlılıklarını ortaya koyamayan ve kavmî sıkıntılarını İslâmî görüşlerle perdelemek sûretiyle Türk milletine düşmanlık güdenlerin ideolojisi olarak yaftalamıştır: “İslâmcılık, şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların maksadı İslâm ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkede milliyetçi politikayı nötralize etmektir. Bu azınlıklar ‘ayrılıkçı bir politika’ takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an, kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açıklamaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe ‘İslâm davasının şampiyonu’ olarak görünürler.” A. T. Alkan’ın tâbiriyle, “Erol Güngör’ün vefâtına denk gelen yıllarda yükselmeye başlayan siyâsî İslâm cereyânına yöneltilmiş olgun ve gayet seviyeli bir tenkid” olan İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, Güngör’ü Türk milliyetçiliğinin fikrî havzasından çıkarma gayreti içerisindeki istismarcılar için de önemli bir engel teşkîl etmesi bakımından değerlidir. Kendisi henüz hayattayken neşredilen (1982) son eseri olan İslâm Tasavvufunun Meseleleri’nde, bir önceki eserini bütünleyen bir konu olarak tasavvufun İslâm târihindeki yeri ve oluşma süreci ile buna bağlı gelişen meseleler ele alınmıştır.

Güngör’ün, bâzı eserleri vefâtından sonra yayınlanmıştır: 1988’de Tarihte Türkler adlı, gerçek anlamda tamamlanmamış ve Türk târihini çeşitli veçheleriyle ilmî ölçüler içerisinde anlatan popüler bir târih anlatısı neşredilmiştir. Bu kitap, Güngör’ün, Türk târihini geniş bir coğrafyada, uzun bir zaman dilimi içerisinde bütüncül olarak değerlendiren genel milliyetçi târih anlayışının içinde olduğunu gösteren değerli bir metindir. 1995’te basılan Sosyal Meseleler ve Aydınlar ise, pek çok dergi ve gazete yazılarıyla kendisiyle yapılan bâzı sohbetlerden oluşan bir derlemedir.

Çok erken bir zamanda ve genç bir yaşta, en verimli olacağı çağların eşiğinde aramızdan ayrılan Erol Güngör, bu ayrılışla, sâdece sosyal bilimlere sunacağı katkılardan mahrum kalan ilmiyemizi değil, Türk milliyetçiliğinin entelektüel târihi içerisinde hâlâ onun halefini arayan nesilleri de eksik bırakmıştır.

Göktürk Ömer Çakır

Putin kimdir?

Putin 1975 yılında hukuk fakültesinden mezun olmuştur. Mezuniyetinin ardından Sovyet İstihbarat Servisi KGB’de göreve başlamış ve 1985 yılında KGB binbaşısı olarak görev yapmıştır. 1990 yılında Doğu Almanya Cumhuriyeti’nde yaşamıştır. 1991 yılında St. Petersburg Belediye Başkanı Sobchak yönetimi altında çalışmıştır. 1996 yılında seçimleri kazanamayan Sobchak’ın yanından ayrılarak Kremlin Mal müdürü Pavel Borodin’in başyardımcısı olmuştur. 1999 yılında Başbakan olarak göreve başlamadan önce 1998 yılında Putin, ismi Federal Güvenlik Servisi (Rus İstihbarat Servisi) olarak değişen kurumun başkanı olarak görev yapmıştır.

Putin 26 Mart 2000 yılındaki seçimlerin ardından iş başına gelmiş ve ülkede beklenen istikrarı sağlamak için çalışmalarına başlamıştır. Bu istikrar hem siyasal hem ekonomik alanda gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Yeltsin döneminden miras kalan oligarklar ve ekonomide yaşanan yolsuzluk iddialarının Putin yönetiminde ele alınarak ortadan kaldırılması çalışmaları Putin’e destek sağlamıştır. Ayrıca Putin’in Çeçenistan’da ortaya çıkan direnişi önlemesi güvenlik konusunda da istikrar sağlamasına yardımcı olmuştur. Bunun yanında dış politikada da aktif rol oynamıştır. Böylelikle Rusya halklarının itibarını korumuştur. 2 Mart 2008 tarihinde Medvedev’in, yapılan başkanlık seçimlerini kazanması nedeniyle görevden ayrılmıştır.

Putin Çeçenistan’daki direnişe karşı mücadelesi, Rus milliyetçiliğini desteklemesi, milliyetçi ve devletçi anlayışı sentezleyerek yönetiminde bu anlayışı benimsemesi, yıllardır ekonomik sıkıntılar yaşayan halkın sorunlarını sona erdireceği izlenimini uyandırması bu süreçte başarılı olmasını beraberinde getirmiştir. Bu girişimlerini medyanın devlet tekelinde olması kolaylaştırmıştır.

Putin Rusya’nın yeniden inşası için bir takım hedefler belirlemiştir. Öncelikle Rusya’nın uluslararası alanda kaybolan gücünü arttırmak ve itibarını düzeltmek, dünya nezdinde gücünün göstergesi olacak silahlı kuvvetleri canlandırmak, ekonomik anlamda dünya devleri arasında yerini almasını sağlamak, ülke refahını arttırmak ve tüm bunları merkezi bir devlet anlayışıyla yerine getirmek en büyük hedefleri olmuştur.

Sovyetler döneminde Komünizmi kurma ve ABD ile rekabet söz konusu olmuştur. Sovyet halkına Sovyet sisteminin ülke ve daha sonra dünyada yayılacağını dayatan ideoloji aşılanmıştır. Fakat Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki ortamda bir belirsizlik oluşmuş ve bu belirsizliği gideren kişi Vladimir Putin olmuştur. Bu doğrultuda siyasal bir terim olarak Putinizim kavramı ortaya konmuştur. Putin’e muhalefet eden Boris Nemstov ve Vladimir Kara-Murza tarafından bu kavram, Rusya’yı yeniden inşa etmek için merkezi yönetimi güçlendirerek otoriter bir rejim oluşturmak olarak ifade edilmiştir. Putin’in oluşturmaya çalıştığı merkezi yönetimin üç temel belirleyeni olmuştur. Bunlar; ilk olarak eski KGB yeni Federal Güvenlik Servisi (FSB) çalışanları, askerler, bürokratik elit, ikinci olarak oligark olarak adlandırılan zengin ve nüfuzlu iş adamları, son olarak da milliyetçiliktir. Bu yöntemle devlet içinde güçlü bir merkezileşme söz konusudur. Devletin her alanında, birkaç medya organı dışında tüm medya devlet kontrolüne alınmıştır. Sivil toplum örgütlerinin de birçoğu devlet eliyle kurulmuştur ya da desteklenmektedir. Oligarklar; çok zengin, petrol, gaz ve maden alanındaki işletmeleri yöneten iş adamlarıdır. Yeltsin dönemi oligarkların zirveye çıktıkları dönem olmuştur. Bu dönemde devlet meselelerine de müdahale edebilmişlerdir. Putin ise bu kesimi devlet işlerinden uzaklaştırmıştır. Devletin koyduğu kurallara uyduğu sürece faaliyetlerini sürdürmelerine izin vermiş, devlet kontrolünden çıkanları ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Putin son olarak da milliyetçiliği söz konusu güçlü ve merkeziyetçi Rusya’yı kurmak için önemsemiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından halkın güçlü bir otoriteye ihtiyaç duyması sebebiyle milliyetçilik duyguları kabarmış ve Putin de bu kavramı kullanmıştır.

Putin göreve başlaması ile birlikte Rusya’nın siyasal sistemini yeniden inşa etmek için çalışmıştır. Merkezileşme yönünde hareket ederken ordu, istihbarat teşkilatları, merkez kurumlarını kendine bağlamıştır. Bu aşamada en büyük sorun farklı etnik toplulukların aynı bünye içerisinde yaşıyor olmasıdır. Bu topluluklar arasında bütünlük oluşturmak hayli zor bir durumdur. Bu anlamda başarı sayılabilecek bir durum da Putin’in yönetimi esnasında Çeçen savaşlarını sonlandırmasıdır. Her ne kadar etnik sorunlar tam anlamıyla bitmese de BDT ülkelerinin birçoğunda Rus kimliği oluşturulmaya çalışılmıştır. Yeltsin dönemindeki güvenlik sorununun aşılarak suç oranlarının düşürülmesi de Putin’in elde ettiği başarılar arasında yer almıştır. Ekonomide gerçekleşen iyileşme de Putin’in başarısını perçinlemiş ve halkın desteğinin artmasını sağlamıştır. Doğrudan yabancı yatırımlar, know-how gelişiminin devlet tarafından desteklenmesi, özelleştirmelerin sonlandırılması, yüksek teknoloji yatırımlara öncelik verilmesi, ekonomideki refahın sadece petrol fiyatlarının yükselmesi sonucu oluşmadığının göstergesi olmuştur. Dış politikada da Yeltsin dönemindeki gibi kabullenmiş bir siyaset izlememiş, Rusya’yı “egemen bir demokrasi” adı altında uluslararası arenada yeni bir güç merkezi olarak tanıtmıştır.

Putin yönetiminde başarılar kadar başarısızlıklar da bulunmaktadır. Sivil toplum hareketlerinin uluslararası bağlantılarının kesilmesi, yolsuzlukla mücadelede yetersiz kalınması, muhaliflerin faili meçhul cinayetleri, sağlık sistemindeki sorunlar, işçilerin taleplerinin karşılanmaması, azınlıklara yönelik baskıcı politikalar gibi sorunlar baş göstermektedir. Fakat bu sorunlara rağmen Putin, Rus toplumu tarafından güven ve istikrarı sağlayan bir lider olarak kabul edilmiştir.

26 Mart 2000 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerini kazanan Putin, vekâleten bulunduğu koltuğa resmen oturmuştur. Putin’in 2 dönem başkanlık görevi boyunca liderlik ettiği Rusya’nın en güçlü ve büyük siyasi partisi Birleşik Rusya (Единая Россия; Yedinaya Rossiya) Partisidir. Parti, 1999 yılının sonunda Putin’in devlet başkanlığı seçimlerine hazırlanırken kurmuş olduğu Birlik Partisi ile Anavatan(Bütün) Rusya Bloğu’nun 2001 yılında birleşmesi sonucu oluşmuştur. Putin başkanlığı süresince partiye önderlik etmiştir. Merkezi ve milliyetçi bir parti olarak nitelendirilecek Birleşik Rusya Partisinin ideolojisi, Rusya’nın eski gücüne kavuşturulması ve dünya üzerindeki yerini tekrar alması üzerine kurulmuştur. Birleşik Rusya Partisi’nin en büyük gençlik organizasyonu “Genç Muhafız” (Molodaya Gvardiya) adlı gençlik koludur. 150 binden fazla kişi bu bünyenin çatısı altında toplanmış olup 2000 yılından beri varlığını sürdürmektedir.

2001 yılında Putin yanlısı Birlik Partisi ve eski Başbakan Yevgeny Primakov ve Moskova Belediye Başkanı Yuri Luzhkov’un Anavatan (Bütün) Rusya partilerinin birleşmesi ile oluşan parti, Rusya’nın politik anlamda merkezini ele geçirmek için Kremlin tarafından kurulmuş politik bir oluşumdur.

Vladimir Putin iki dönem boyunca yürüttüğü başkanlık görevinde Rusya’da otoriter bir rejim yaratmıştır. Otoriter rejimlerde parti ve devlet iç içe geçmiş durumdadır. Parti, bölgesel ve ulusal seçimlerde ezici zaferler kazanmak için devlet kaynaklarına ve politikalarına erişimi kullanır. Putin’in liderlik ettiği Rusya’nın en güçlü partisi Birleşik Rusya (Edinaya Rossiya), partinin başkan ve parlamentoyu birbirine bağlayan rolünü örneklendirmektedir.

Dr. Sumru Kaleli

Donald Trump kimdir?

Donald Trump’ın Hayatı

Donald John Trump 14 Haziran 1946 yılında Newyork, Queens’te doğmuştur. Babası ünlü işadamı Frederich Trump, annesi Marry MacLeod Trump’tır. Frederich Trump Alman asıllı emlakçı, Marry Trump ise İskoç asıllı olup Amerika’ya göç etmişlerdir. Donald Trump’ın büyük dedeleri Otuz Yıl Savaşları’nda Drumpf olan soy isimlerini Trump olarak değiştirmişlerdir. Hatta Trump’ın gen havuzunu araştıranlar Trump’ın Nazilere dayandığını da iddia etmişlerdir. Seçim kampanyalarında göçmenleri ötekileştirmeye çalışan Trump’ın aslında kendisinin de göçmen olduğunu görmekteyiz. Donald Trump 1960’lı yıllarında liseyi terk edip askeri akademide okumuştur. 1968’den sonra Pensilvanya’da Wharton Institu’de işletme bilimlerinden eğitim almıştır. Babası Fred Trump’ın yanında iş hayatına başlayan Trump emlak alanında büyük başarılar elde etmiştir. İlk olarak Commodore otelini restore edip Grand Hyatt oteline dönüştürmüştür. Bu çalışmasının ardından sürekli gündemde olan Trump, en büyük başarım dediği 68 katlı Trump Tower’ı inşa etmiştir. Ardından birçok otel, golf sahası ve kumarhane inşa eden Trump Emlak Kralı olarak bilinmeye başlanmıştır. Donald Trump giderek medya ve Amerika’da ünlü bir iş adamı olmuştur. Ayrıca televizyon ve sinemaya olan ilgisi onu sürekli olarak ekranda tutmuş, 2003’te NBC TV’de “The Apprenticeé Trump çırak arıyor programında da yer almıştır. Hep göz önünde olmayı seven Trump Miss USA, Miss Universe gibi güzellik yarışmalarını da satın almıştır. Ayrıca “How to Get Rich” kitabı da Amerika’da büyük ilgi görmüştür. Donald Trump üç evlilik yapmış ve 5 çocuğu vardır. Çocuklarını kendi şirketinin “The Next Generation” olarak ilan etmiştir. Kendi gibi çocuklarının da başarılı olmasını ve kendinden sonra da Trump başarısının devam etmesini istemiştir. Çünkü Donald Trump, Amerika’nın müteahhit ve politikacı olarak en iyilerden değerlendirilmişti. İş dünyasının en önemli dergilerinden biri olan Forbes, dünyanın en zengin 400 iş adamı listesinde Donald Trump’a da yer vermiştir. Forbes Trump’ın 3,1 milyar doları olduğunu söylese de Trump, 10 milyar dolarıolduğunu açıklamıştır. Bu kadar zengin ve başarılı bir iş adamının kişiliğine baktığımızda ise genelde narsist, agresif, tutarsız, materyalist, başarıya ve kendine inanan, karizmatik ve daima önde olmayı isteyen biri olarak tanımlanmıştır.

Donald Trump Başkanlığa Adaylığı

Donald John Trump ABD başkanlığına aday olmadan önce “Emlak Kralı” olarak bilinen bir iş adamıydı. Trump Haziran 2015’te, 2016’daki seçimlere Cumhuriyetçi Parti’den adaylığını ilan etmiştir. Dünya’da bir anda beklenmedik propagandalar ve sert çıkışlar yapan bir başkan adayı belirmişti. Trump’ın seçim süreci boyunca birçok seçim vaatleri, sert politikaları ve söylemleri olmuştur. Bunlardan en dikkat çekenleri; ötekileştirme, göçmen sorunu ve İslamofobidir. Donald Trump seçim vaatlerinde göçmen krizine son vereceği, Müslümanlık ve IŞİDile mücadele konularında son derece kararlı ve azimli olacağını vurgulamıştır. Kısaca Trump’ın seçim vaatlerine baktığımızda; 1. Meksika sınırları boyunca göçmenlerin gelmesini engelleyecek şekilde 12 metre boyunda duvar ördürmek, 2. Rusya ve Çin ile ilişkileri ve ticareti geliştirme, 3. Vergileri düşürmek, işsizliği azaltmak ve ekonomik büyüme gerçekleştirmek, 4. ABD’deki Müslümanları kontrol altında tutmak, camileri takip altında tutmak ve Müslümanların ülkeye girmesini engellemek, 5. IŞİD ile sonuna kadar mücadele etmek, IŞİD’ı bitirmek ve IŞİD üyeleri gibi üyelerin “Water Boarding” yöntemi ile sorgulanmasını istemek, 6. ABD’deki 11 milyon kayıtsız göçmeni sınır dışı etmek ve bireysel silahlanmaya destek vermektir. Yukarıda gördüğümüz üzere Donald Trump’ın Müslümanlara yönelik ve göçmenlere yönelik söylemlerini kabataslak görmekteyiz. Bu tezde özellikle Müslümanlara yönelik sert söylemlerini daha detaylı inceleyeceğim. Donald Trump’ın Müslümanlarla ilgili yaptığı İslamofobik konuşmalar tüm dünyaca tartışılmış ve ABD’nin özgürlükçü yapısına ters düşüldüğü söylenmiştir. Donald Trump da tıpkı tüm İslamofobikler gibi İslam dinini terör örgütleriyle bağdaştırmıştır. Konuşmalarında İslam karşıtı birçok söylem yer almaktadır. Ayrıca başkan olduktan sonra da verdiği vaatlerin çoğunu gerçekleştirmiştir. Amerika’da 11 Eylül 2001 olaylarından sonra Obama döneminde durgunluk yaşayan İslamofobik söylemler Donald Trump’ın seçilmesiyle artmıştır.

Donald Trump 2012 yılında Good Morning Amerika’ya verdiği röportajda Müslümanlar hakkında olumlu ifadeler kullanmıştır. Dünyada Müslümanlarla ilgili ciddi problemlerin yaşandığını bunun çok üzücü bir durum olduğunu çünkü onun tanıdığı Müslümanların iyi insanlar olduğunu söylemiştir. Donald Trump’ın bu düşüncesi ilerleyen zamanlarda değişmiştir. Donald Trump’ın Müslüman ülkelerinde birçok yatırımları bulunmaktadır. Özelikle Suudi Arabistan ve Türkiye’de birçok yatırımı bulunan Trump o zamanlar Müslümanlar hakkında böyle ılımlı konuşmuştur. Başkanlığa adaylığını koyduğu günden beri İslam ile alakalı ılımlı sözlerine çok nadir rastlanmaktadır

Donald Trump 16 Haziran 2015’te Amerika Birleşik Devletleri 45. Başkanlığına adaylığını ilan etmişti. New York’ta adaylığını ilan ettiği gün konuşmalarında en çok dikkat çeken başlıklar, Meksika sınırı ve göçmenler, IŞİD ve son olarak da İslami terörizmdir. Donald Trump adaylığa ilanındaki ilk konuşmasında İslami terörizmden bahsederken “İslami terörizm Ortadoğu’nun büyük bir bölümünü yiyor.” demiştir (The American Presidency Project, 2015, s. 2). Trump IŞİD’den, Irak’tan ve İran’dan da bahsetmiştir. Müslüman ülkeler ve İslam ile alakalı ilk konuşmasından son konuşmasına kadar sık sık değinmesi Donald Trump’ın seçim kampanyalarında bu konu üzerinde sürekli duracağı ve belli bir kesimden bu söylemleri sayesinde oy toplayacağı düşünülmektedir. Trump İslami terörizm üzerinde çok yoğunlaşmıştır. Tüm Müslümanlara terörist gözüyle bakması ve İslamofobik söylemlerinin Amerika’da ve tüm dünyada tepki topladığı aşikardır. Bilindiği üzere İslamofobi ve İslami terörizm kavramları 11 Eylül saldırılarının ardından artmıştır. Emperyalist ve hegomonik güçlerin yeni bir düşman arayışında İslam ve Müslümanlar terör ile sıkı bir ilişki içerisindeymiş gibi gösterilmeye devam ettirilmiştir. İslam’ın doğuşundan Haçlı seferlerine, Osmanlı döneminden günümüz yüzyılına kadar Müslümanlar şeytani varlıklar, barbarlar ve daha birçok gerçek dışı ithamlarla karşı karşıya kalmışlardır. Böylelikle İslami terörizm ifadesi de Sovyetlerden bu yana kullanılmaya başlanmıştır. İslam eşittir terör ve terörist eşittir Müslümanlardır düşüncesiyle suçlamalarda bulunulmuş ve Müslümanlara karşı ötekileştirilme yapılmıştır. ABD’nin 45. Başkan adayı Donald J. Trump da İslami terörün Ortadoğu’yu yediğini vurgularken aslında Ortadoğu’da var olan terör örgütlerini kimlerin desteklediğini unutmuş ve orada öldürülen Müslümanların sadece masum insanlar olduğunu ve terörle alakalarının olmadığını göz ardı etmiştir. Trump’ın burada İslami terörizmden kastı Ortadoğu’da bulunan İslami terör örgütlerdir. Müslümanlığı yakından inceleyen bir kişi şunu çok iyi bilir ki İslam dini barış, kardeşlik ve ahlak dinidir. Trump’ın adaylığını açıkladığı ilk konuşmasında İslami terörizmden bahsetmesi ve IŞİD’i bitireceğinden söz etmesi ilerleyen dönemlerde de İslam ve Müslümanlar üzerinden seçim propagandaları yapacağını göstermektedir.

Naciye Karakuş

Arif Bilgin kimdir?

1967 yılında Bolu’nun Seben ilçesinde doğdu. 1989’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Meslek hayatına Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda başladı (1990-1993). 1993 yılında Celal Bayar Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak atandı. Yüksek Lisansını Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Tarihi Bilim Dalı’nda 1994 yılında bitirdi. 2000 yılında aynı anabilim dalında “Osmanlı Sarayının İaşesi (1453-1650)” isimli doktorasını tamamladı. Chicago Üniversitesi ve London School of Economics’de misafir öğretim üyesi olarak bulundu ve çeşitli araştırmalar yaptı. Osmanlı tarihi üzerine araştırmalarını yürüten Bilgin, iktisat tarihi ile sosyal tarih ve kültür tarihinin değişik alanlarında ve özellikle de mutfak tarihi alanında araştırmalar yapmaktadır. Osmanlı Saray Mutfağı, Osmanlı Taşrasında Bir Maliye Kurumu: Bursa Hassa Harç Eminliği ve Türk Mutfağı yayımlanmış kitapları arasındadır. Bilgin, 2003 yılında Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne yardımcı doçent olarak atandı. 2007 yılında ise aynı üniversitenin Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne doçent olarak geçiş yaptı. 2012’de profesör olan Bilgin, halen aynı bölümde öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir.
Kitapları
Osmanlı Ekonomisi

Altay Tayfun Özcan kimdir?

15 Mayıs 1979’da Giresun’da doğdu. İlk, Orta ve Lise eğitimini Giresun’da tamamladıktan sonra 1998 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde okumaya hak kazandı. Bir yılı İngilizce hazırlık sınıfında geçen Tarih öğrenimini 2003’te Prof. Dr. İsmail Aka’nın danışmanlığında İslam Öncesi Türk ve Moğollarda Hâkimiyet Anlayışı tezi ile tamamladı. Aynı yıl Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ortaçağ Tarihi programında Yüksek Lisans Eğitimine başladı. Bu sırada İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında Prof. Dr. Bedia Demiriş’ten Latin Dili Gramer derslerini takip etti. 2005’te Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu danışmanlığında hazırladığı Hazar Kağanlığı–Bizans İmparatorluğu İlişkileri başlıklı tezi ile Yüksek Lisans Eğitimini tamamladı. 2005 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Türk Tarihi Programında başladığı Doktora Eğitimini 2010’da Prof. Dr. İsmail Aka’nın danışmanlığında Moğol–Rus İlişkileri (1223–1341) başlıklı tezi ile tamamladı. 2015’te Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı’nda jürinin mülakatı neticesinde oy birliği ile Doçent unvanını aldı. Altay Tayfun Özcan hâlen, 2005 yılında Araştırma Görevlisi olarak adım attığı Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde Doçent Doktor unvanı ile görev yapmaktadır. 2018 yılında Moğol–Rus İlişkileri (1223–1341) başlıklı eseri ile Türkiye Bilimler Akademisi Telif Eser Ödülü ile taltif edilmiştir. Altay Tayfun Özcan çalışmalarında İngilizce, Latince ve Rusça kullanmaktadır. Evlidir ve Gündüz Ural ile Çağatay Uluç adlı iki erkek evlat sahibidir.
Kitapları
Hazar Kağanlığı ve Etrafındaki Dünya

Vedat Güven kimdir?

Mühendis kökenli hazineci, hem de “hard-core” hazineci yani FX-Dealer olarak kariyerine başladı. 10 yıllık bankacılık tecrübesi üzerine 1999’dan itibaren de tim Danışmanlık’ın kurucu ortağı olarak 20 yıldır eğitim ve danışmanlık yapmakta. İstanbul, Yeditepe, Bilgi ve Bahçeşehir Üniversitelerinde dersler veriyor. Eğitmenlik ve danışmanlık kariyeri kendisine öğrenilecek daha birçok şey olduğunu gösterdi. Neyse ki “öğrenme aşığı” olarak bu görüntü kendisini heyecanlandırıyor. 2017’de tanıştığı Blokzincir ise tüm dünyayı, normları, ulaşımı, üretimi, hayatımızı, eğitim sistemimizi değiştirmeden önce kendisini değiştirdi ve her geçen gün daha da değiştiriyor. 1967 İstanbul doğumlu olan Vedat Güven, İstanbul Atatürk Fen Lisesi’nin ilk mezunlarındandır. Boğaziçi Üniversitesi’nde Elektrik-Elektronik Mühendisliği ardından Ekonomi Master’ı ve daha sonra da Marmara Üniversitesi’nde Bankacılık Doktorası yaptı. Her kız babası gibi onun da bir prensesi vardır.
Kitapları
Blokzincir – Kripto Paralar – Bitcoin

Yaşar Metin Aksoy kimdir?

1967’de Ankara’da doğdu. Niksar Danişment Gazi İlkokulu, Niksar Ortaokulu ve İzmir İnönü Lisesi’nde okudu. 1983’te Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandı. 1999’dan beri Tokat Devlet Hastanesi’nde Kalp ve Damar Cerrahi Uzmanı olarak çalışmaktadır. 2005’te yapımı unutulmuş geleneksel Türk yayının tekrar ihyası üzerine çalışmalara başladı. Bu çabalarının sonucunda 2008’de Güney Kore’nin Busan şehrinde yapılan International Academic Seminer of World Traditional Archery Festival’de “Computerized Tomography of Turkish Ancient Bows: A New Aspect for Turkish Bow Making” adlı makalesini sunup Bilgisayarlı tomografinin Türk yaylarının yapısının incelenmesinde çok kullanışlı bir metod olduğunu ortaya koydu. Takip eden yıllarda Türk yayı yapımı ve Türk okçuluğu hakkında birçok yurt içi ve yurt dışı seminer vermiştir. 2014’ten bu yana tarihi Türk atlı savaş sanatları üzerinde çalışmalar yapmakta olan yazar kurucu başkanı olduğu Danişment Gazi Atlı Okçuluk ve Spor Kulübü’nde lisanslı atlı okçu olarak ulusal ve uluslararası yarışmalara katılmaktadır.

Kitapları

Sipahi – Bir Osmanlı Süvarisi

Yılmaz Çetiner kimdir?

Yılmaz Çetiner gazeteciliğe 20 yaşında başladı. Yeni Sabah, Vatan, Cumhuriyet, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde muhabirlik yaptı, çeşitli gazetelerde röportajları yayımlandı. Afrika, Kızıl Çin, Sovyet Rusya, Arnavutluk gibi o dönemlerin gidilmesi zor, bilinmeyen ülkelerinde yaptığı röportajlarıyla birçok gazetecilik başarı ödülü kazandı. Balkanlar’daki eski Osmanlı topraklarından Yugoslavya, Bulgaristan, Macaristan üzerine hazırladığı röportajları “Şu Bizim Rumeli” adıyla kitap halinde yayımlandı. 2006 yılında 79 yaşında vefat etti.
Kitapları
Son Padişah Vahideddin

Recep Tayyip Erdoğan kimdir?

Aslen Rizeli olan Recep Tayyip Erdoğan, 26 Şubat 1954’te İstanbul’da doğdu. 1965 yılında Kasımpaşa Piyale İlkokulu’ndan, 1973 yılında ise İstanbul İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldu. Fark dersleri sınavını vererek Eyüp Lisesi’nden de diploma aldı. Üniversiteyi Marmara Üniversitesi İktisadî ve Ticarî Bilimler Fakültesi’nde okuyan Erdoğan, bu okuldan 1981 yılında mezun oldu.

Gençlik yıllarından itibaren sosyal hayat ve siyasetle iç içe bir yaşamı tercih eden Erdoğan, disiplinli ekip çalışmasının ve takım ruhunun önemini kendisine çok genç yaşlarda öğreten futbolla 1969-1982 yılları arasında amatör olarak ilgilendi. Aynı zamanda bu yıllar, genç bir idealist olarak memleket meseleleri ve toplumsal sorunlarla ilgilenen Recep Tayyip Erdoğan’ın aktif politikaya adım attığı döneme rastlamaktadır.

Lise ve üniversite yıllarında Millî Türk Talebe Birliği öğrenci kollarında aktif görev alan Recep Tayyip Erdoğan, 1976 yılında MSP Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanlığı’na ve aynı yıl MSP İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığı’na seçildi. 1980 yılına kadar bu görevlerini sürdüren Erdoğan, siyasi partilerin kapatıldığı 12 Eylül döneminde, özel sektörde bir süre müşavirlik ve üst düzey yöneticilik yaptı.

1983 yılında kurulan Refah Partisi ile fiilî siyasete geri dönen Recep Tayyip Erdoğan, 1984 yılında Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985 yılında ise Refah Partisi İstanbul İl Başkanı ve Refah Partisi MKYK üyesi oldu. İstanbul İl Başkanlığı görevi sırasında diğer siyasi partiler için de model olan yeni bir örgütsel yapı geliştiren Erdoğan, bu dönemde özellikle kadınların ve gençlerin siyasete katılımını artırmaya yönelik çalışmalar yaptı; siyasetin tabana yayılarak geniş halk kitleleri tarafından benimsenip itibar görmesi yolunda önemli adımlar attı. Bu yapılanma, mensubu bulunduğu Refah Partisi’ne 1989 Beyoğlu yerel seçimlerinde büyük bir başarı kazandırırken, yurt genelinde de parti çalışmaları için örnek teşkil etti.

27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, siyasî yeteneği, ekip çalışmasına verdiği önem, insan kaynakları ve malî konulardaki başarılı yönetimiyle dünyanın en önemli metropollerinden biri olan İstanbul’un kronikleşmiş sorunlarına doğru teşhis ve çözümler üretti. Su sorunu, yüzlerce kilometrelik yeni boru hatlarının döşenmesiyle; çöp sorunu ise dönemin en modern geri-dönüşüm tesislerinin kurulmasıyla çözümlendi. Hava kirliliği sorunu Erdoğan döneminde geliştirilen doğalgaza geçiş projeleriyle son bulurken, kentin trafik ve ulaşım açmazına karşı 50’den fazla köprü, geçit ve çevre yolu inşa edildi; sonraki dönemlere ışık tutacak birçok proje geliştirildi. Belediye kaynaklarının doğru kullanımı ve yolsuzluğun önlenmesi amacıyla olağanüstü önlemler alan Erdoğan, 2 milyar dolar borçla devraldığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin borçlarını büyük ölçüde ödedi ve bu arada 4 milyar dolarlık yatırım gerçekleştirdi. Böylece, Türkiye’nin belediyecilik tarihinde yeni bir çığır açan Erdoğan, bir yandan diğer belediyelere örnek olurken, bir yandan da halk nezdinde büyük bir güven kazandı.

Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997’de Siirt’te halka hitaben yaptığı konuşma sırasında, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından öğretmenlere tavsiye edilen ve bir devlet kuruluşu tarafından yayınlanan bir kitaptaki şiiri okuduğu için hapis cezasına mahkûm edildi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine son verildi.

Recep Tayyip Erdoğan, 4 ay kaldığı cezaevinden çıktıktan sonra kamuoyunun ısrarlı talebi ve gelişen demokratik sürecin bir sonucu olarak 14 Ağustos 2001’de arkadaşlarıyla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) kurdu ve Kurucular Kurulu tarafından AK Parti’nin Kurucu Genel Başkanı seçildi. Milletin teveccüh ve güveni AK Parti’yi daha kuruluşunun ilk yılında Türkiye’nin en geniş halk desteğine sahip siyasî hareketi hâline getirdi ve 2002 yılı genel seçimlerinde üçte ikiye yakın parlamento çoğunluğuyla (363 milletvekili) tek başına iktidara taşıdı.

Hakkındaki mahkeme kararı nedeniyle 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletvekili adayı olamayan Erdoğan, yapılan yasal düzenlemeyle milletvekili adaylığının önündeki yasal engelin kalkması üzerine, 9 Mart 2003’te Siirt ili milletvekili yenileme seçimine katıldı. Bu seçimde oyların yüzde 85’ini alan Erdoğan, 22. Dönem Siirt Milletvekili olarak parlamentoya girdi.

15 Mart 2003 tarihinde Başbakanlık görevini üstlenen Recep Tayyip Erdoğan, aydınlık ve sürekli kalkınan bir Türkiye idealiyle, hayatî öneme sahip birçok reform paketini kısa süre içinde uygulamaya koydu. Demokratikleşme, şeffaflaşma ve yolsuzlukların engellenmesi yolunda büyük mesafeler katedildi. Buna paralel olarak ülke ekonomisi ve toplum psikolojisini olumsuz yönde etkileyen ve on yıllardır çözülemeyen enflasyon kontrol altına alındı, itibarını yeniden kazanan Türk Lirası’ndan 6 sıfır atıldı. Devletin borçlanma faiz oranları aşağı çekildi, kişi başına düşen millî gelirde büyük artış gerçekleştirildi. Ülke tarihinde daha önce görülmemiş hız ve sayıda baraj, konut, okul, yol, hastane ve enerji santrali hizmete girdi. Bütün bu olumlu gelişmeler, bazı yabancı gözlemciler ve Batılı liderler tarafından “Sessiz Devrim” olarak adlandırıldı.

Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde ülke tarihinin dönüm noktası olarak nitelenen başarılı girişimlerine ek olarak, akılcı dış politikası ve yoğun ziyaret-temas trafiğiyle Kıbrıs sorununun kalıcı çözüme kavuşturulması ve dünyanın çeşitli ülkeleriyle verimli ilişkiler geliştirilmesi konularında önemli adımlar attı. Tesis edilen istikrar ortamı iç dinamikleri harekete geçirirken, Türkiye’yi bir merkez ülke hâline getirdi. Türkiye’nin ticaret hacmi ve siyasal gücü, yalnız içinde bulunduğu coğrafî bölgede değil, uluslararası alanda da hissedilir düzeyde arttı.

Recep Tayyip Erdoğan, 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde %46,6 oy alarak büyük bir zafer kazanan AK Parti’nin Genel Başkanı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 60. Hükûmeti’ni kurdu ve tekrar güvenoyu aldı.

Recep Tayyip Erdoğan, 12 Haziran 2011 seçimlerinden de daha büyük bir zaferle çıktı ve % 49,8 oy alarak 61. Hükûmeti kurdu.

10 Ağustos 2014 Pazar günü, Türk siyasi tarihinde ilk kez doğrudan halkın oylarıyla ve ilk turda 12. Cumhurbaşkanı seçildi.

16 Nisan 2017 tarihindeki halk oylamasında kabul edilen Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının partili olabilmesinin önünün açılmasının ardından Recep Tayyip Erdoğan, 21 Mayıs 2017 tarihinde gerçekleştirilen 3. Olağanüstü Büyük Kongrede, kurucusu olduğu AK Parti’nin Genel Başkanlığına yeniden seçildi.

24 Haziran 2018 Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %52.59 oy oranıyla yeniden Cumhurbaşkanı seçildi.

16 Nisan 2017’de kabul edilen Anayasa değişikliği ile hayata geçirilen Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak 9 Temmuz 2018 tarihinde yemin ederek görevine başladı.

Recep Tayyip Erdoğan, evli ve 4 çocuk babasıdır.