Ramazan Tembihnameleri

Ramazan ayının teşrifi Müslüman toplum ve mümin gönüllerde tarih boyunca büyük bir heycan ve sevinç ile beklenmekte ve karşılanmıştır. Öyle ki oruç ibadetinin farz kılınması ile birlikte bu İbrahimi gelenek, Hz Peygamber ve sahabenin şahsında başta olmak üzere tüm müslümanların en sevdiği ve teşrifini dört gözle beklediği bir ay olmuştur. Müslüman bireyler ve aileler Ramazan ayının gelişini kendilerine has hazırlıklar ile beklemekte ve bu ayın imani boyutta verimli geçmesi için azami gayret sarfedilmiştir.

Müslümanların Ramazan ayının gelişine dair hazırlıkları ve bekleyişleri sadece bireylerle sınırlı kalmamaktayadı. Din görevlileri başta olmak üzere hazırlıklar başlar, mescid ve camiler hazırlanır, ev hanımları evlerinde şahsi hazırlıklarını yapar, esnaf da işyerlerinde gerekli hazırlıklarını tamamlardı. Ramazan ayı yaklaşırken halk nezdinde süren bu  hummalı hazırlık sadece toplum ile sınırlı kalmamaktaydı. Özellikle devlet nezdinde de Ramazan ayna has birtakım hazırlıklara başlanır ve özel önlemler alınırdı. Bilhassa bu hazırlıklar muhtelif kültürel ve dini etkinlikler olmakla birlikte siyasi, ekonomik ve sosyal bir takım hazırlıklarda söz konusu olmuştur.

İslam devletleri kendi dönemlerinde Ramazan ayının gelişi hususunda birkaç ay öncesinden başlayan hazırlıklar içerisinde olmuşlar, Ramzan ayının toplum nezdinde bereketli, huzurulu ve afiyette geçmesi için özel çaba sarf etmişledir. Özellikle müslüman hükümdar ve devlet yöneticileri Ramazan ayının gelişine yakın yayınladıkları yazılar ile Ramazan ile ilgili önemli hazırlıkları başlatmışlar, gerekli önelemlerin alınmasını sağlamışlardır.

Türk-İslam medeniyetinin zirve dönemini temsilcisi olan, kendi tarihi döneminde İslam medeniyetinin yaşatıcısı ve taşıyıcısı olma vazifesini layıkıyla yerine getiren Osmanlı Devleti’nde de Ramazan ayının teşfiri hususunda önemli hazırlıklar aylar öncesinden başlanmakta ve tertip edilmekteydi..

Osmanlı ülkesinde Ramazan ayının yaklaşması ile birlikte devlet nezdinde başta saray olmak üzere devlet erkanı ve devlet dairelerinde heycanlı ve özel bir koşuşturma yaşanırdı. İmparatorluk coğrafyasında özellikle de Dersaadet olan İstanbul’da Ramazan aynın huzurlu ve sıkıntısız bir şekilde geçmesi için gereken bütün tedbirler düşünülür ve tembihler yapılırdı. Başta padişah olmak üzere sadrazam ve diğer devlet erkanı yazdıkları hattı hümayunlar olmak üzere emirler verirlerdi.

Bu hususta Ramazan ayının balangıcına doğru Şaban ayı sonunda “Ramazan Tembihnameleri” yayınlanırdı. Arapça, uyarma, uyandırma manasına gelen tenbih ile Farsça; kitap ve mektup manasında gelen nâme kelimelerinin birleşiminden oluşan Tenbihname, Osmanlı devletinin Ramazan öncesi halka, ahlaki ve dini uyarılarda bulunduğu yazılara denilmekteydi.

Bu tembihnameler dini, siyasi ve ekeonomik bir çok uyarıları barındırmaktaydı. Ramazan ayında halkın açlık çekmemesi için yeterli hammdde temininden tutunda esnafın fiyatları makul seviyede tumasına kadar giden ekonomik uyarıları bulunakataydı. Fiyatlar belirlenir, fırıncılar, kasaplar gibi önemli gıda ihtyacını temin eden yerler sürekli izlenirdi. Halkın Ramazan ayında et sıkıntısı çekmemesi için başkente ülkenin muhtelf yerlerinden koyunlar getirtilirdi. Fiyatlar ramazan gelmeden esnfa bildirilirdi ve fiyatlara sınır konulurdu.

Ekonomik uyarılar ve önemlemler dışında tembihnamelerde halkın ramazan ayında nasıl davranması gerektiği, kadınların giyiniş şekilleri, akşam eğlencelerinden sonra en geç hangi saatte eve dönmeleri gerektiği, erkeklerin kumar oynamaması ve ser-hoşluk verecek şeyler kullanmaması hususunda uyarılarda bulunulmaktaydı. Özellikle Ramazan ayında kadınların muhtelif etkinliklere katılması men edilmez, teravih namazlarına iştirak etmeleri sağlanırdı. Sadece kyafet hususunda uyarılarda bulunulur ve geç satlere kadar vakt geçirmeleri istenmezdi.

Bu tenbihnameler II. Mahmut döneminden itibaren Takvim-i Vekayi gazetesinde yayınlanmaya başlanmış ve halka kitapçık olarakta dağıtılmıştır. Tenbihnameler sokakta halka okunur, camilerede vaizler tarafından cemaate, mahallelerde bekçiler tarafından sakinlere ve hanlarda ise  işletmeciler tarafından çalışanlara ilan edilirdi.

Müslümanlara uyarılarda bulunulduğu gibi gayrı müslimlere yönelik ikazlarda yapılmaktaydı. Özellikle dini özgürlüğün sağlanması gerekçesi ile gayri müslim tebaadan, müsliman halkın bulunduğu ortamlarda yeme ve içme faailyetlerinde bulunmamaları tenbihlenirdi. Aynı şekilde gayrı müslimlerin oturduğu mahellerede de rahatsız edilmemeleri için davul çalınmaması gerektiği ilan olunurdu. Müslüman ve gayrı müslim halkın ramazan ayında huzurlu ve barış içerisinde yaşadığı ve bazı gayrı müslim esnafın gündüz vakitlerinde kepenkler indirdiği görülmekteydi.

Osmanlı arşiv kayıtlarında ulaşabildiğimiz sultan Abdülmecid döneminde hazırlanan bir tenbihname bize tenbihnameler ve içeriği hakkında yazımızda bahis ettiğimiz hususları açık bir şekilde göstermektedir:

Padişahımızın bazı camileri teşrifi ihtimal dâhilinde bulunduğundan herkes vazifesini en iyi şekilde ifa ede ve saygıda kusur etmeye. Ramazan’da her zamankinden daha dikkatli ve edepli davranıla. Kurallara uyula. Camilerde ve ötede beride oturanlara karışılmazsa da özellikle çarşı içinde, Bayezid’de ve Şehzadebaşı’na giden güzergâhta yol üzerinde dükkânlarda oturulmaya. Geceleri büyük caddelerde iskemle ile sokak aralarında ve halkın geçip gitmesine engel teşkil edecek şekilde oturulmaya. Araba aralarında dolaşıp arabalı ve arabasız gelen geçen kadınlara edep dışı davranılmaya ve arabalar Bayezid ve Şehzadebaşı’nda Sokak ortalarında durmaya. Kadınlar Sultanahmet, Şehzadebaşı ve Laleli Camii dışında diğer büyük camilere girmeye ve ayrıca namaz vakti haricinde vazifeliler haricinde buralara erkekler de girmeye. Kadınlar akşam ezanına bir saat kala evlerine döne ve iftardan sonra arabalı veya arabasız hiçbir surette sokaklarda dolaşmaya. Herkes her zaman olması gerektiği gibi özellikle Ramazan’da camilere gele, işi icabı bir yere gidip gelen hademelerden başka kimseler teravih namazında dükkânlarda oturmaya. Herhangi bir sıhhî özrü bulunmayanlar oruç tuta, bulunanlar da alenî bir şekilde oruç yemeye. Her zaman temizliğe dikkat edile ve bilhassa Ramazan’da buna daha çok dikkat edile, sokak ortalarına öteye beriye çöp dökülmeye… Bu tembihleri memurlar suret-i katiyede takip edecekler. Ola ki tembihe aykırı hareket edenler görülürse cezalandırıla!”

Tenbihnameler müslüman bir devletin sorumluluğunun ve ince medeniyet telakkisinin en somut örnekleridir. Bu hazırlıklar Ramazan ayının kutsiliği hususunda devletin ve halkın gösterdiği ehemmiyetin derecesinin bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ramazan ayının bereketli, huzurlu ve afiyette geçmesi bireysel imani bir mesele olduğu gibi aynı zamanda da İslam devletlerinin devlet felsefesinin ve sosyal devlet anlayışının en önemli meselelerinden biri olmuştur. Ramazan ayı sadece bir ay olarak düşünülmemiş ve sınırlandırılmamış, Ramazan ayı İslam devletlerinde Ramazanın başlangıcından aylar öncesinden başlamıştır diyebiliriz.

Umut Güner

Nizamiye Medreseleri

İnsanoğlunun yaşamı boyunca tecrübî ve teorik olarak edindiği bilgiler eğitim, talîm ve terbiye olarak ifâde edilmiştir. İnsanın varoluş serüveni ve tecrübe kazanımı doğumundan itibâren başlamaktadır. İnsan, ilk eğitimini başta ailesi olmak üzere yaşadığı toplumdan almaktadır. Bunun yanı sıra vatandaşı olduğu hanedan/imparatorluk/devlet veya toplumun müessese olarak tesis ettiği eğitim kurumlarında muhtelif müfredatlar ile eğitilmektedir.

Bir din olarak İslâm eğitime üst düzeyde bir önem atfetmiştir. Özellikle vahiy öncesi dönemde eğitim faaliyetlerinin hiç yok denecek kadar az ve geleneksel usuller ile yapıldığı bilinen kadim Arap toplumunda, İslâm dini eğitim ve öğretim faaliyetleri hususunda büyük bir dönüşüm başlatmış; bu konuda gerekli olan bireysel ve toplumsal çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.

Hz. Peygamber’in risaleti ile birlikte İslâm toplumunda ilk olarak camiler ibadethane olmanın dışında eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yapıldığı yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle başta çocuklar olmak üzere her yaştan insan için camiler İslâm dini ile tanışma ve eğitim-öğretim kurumu olarak varlık alanı bulmuştur. Bunun yanı sıra Mescid-î Nebevî’nin bitişiğinde kurulan Suffa Mektebi kadın-erkek, genç ve yaşlı olmak üzere bütün inananlar için eğitim faaliyetlerinin yürütüldüğü yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilhassa İslâm dininin toplumsal hayatta kurumsallaşamaya başlaması ve fetihler ile yeni coğrafyalarda kendisine yaşam alanı bulması ile birlikte camilerin dışında çeşitli amaçlar için inşa edilen hangah, ribat, tekke ve zaviyeler de eğitim-öğretim faaliyetleri için aktif bir şekilde kullanılmıştır.

Tarihi süreçte İslâm medeniyeti, resmî eğitim ve öğretim hususunda İslâm coğrafyasının muhtelif yerlerinde kendi özgün eğitim kurumları olan medreseleri inşa etmiştir. Yazımızın konusu olan Nizâmiye Medreseleri, İslâm dünyasında kurulan ilk medreseler olmasa da amacı, tarihî misyonu ve müfredâtı bakımından tarihte önemli bir yere sahip olmuştur.

Nizâmiye Medreseleri’nin açılması hususunda bir çok devlet adamı ve bürokratın destekleri söz konusu olmuştur. Belh, Nişabur, Herat, İsfahan, Basra, Merv, Âmül ve Musul ve Bağdat olmak üzere İslâm topraklarının muhtelif yerlerinde Nizâmiye Medreseleri kurulmuştur. Bu medreseler arasında hiç süphesiz en meşhur olanı Bağdat’ta Dicle nehri kenarında  kurulan, yapımı iki yıl süren ve inşası için 600.000 dirhem harcanan Bağdat Nizâmiye Medresesidir. İnşa sürecinde Nehir kenarında halka ait alanların istimlâk edildiği ve bazı evlerin yıkıldığı da dönemin kaynaklarında zikredilmektedir. Yapımı biten Bağdat Nizâmiye Medresesi’nin açılışı 22 Eylül 1067 tarihinde halifenin de katıldığı muhteşem bir törenle yapılmıştır. Medresenin açılış törenini Ebû Sa‘d el-Kāşî idare etti. Açılışa devlet ricâli, tanınmış ulemâ ve halk olmak üzere bir çok kişi katılmıştır.

Nizâmiye medreselerinin kurulması hem bir dinî kaygı hem de devlet politikası olarak tasavvur edilmiştir. Bilhassa bu dönemde halk arasından hızla taraftar bulan bâtınî düşüncelere karşı sünnî akidenin güçlenmesini ve ehl-i sünnet geleneğine mensup kadroların yetiştirilmesi amaçlanmaktaydı.

Özellikle de Şii-Fâtımı halifesi el-Muiz’in emiri el-Cevher tarafından 969 yılında inşa edilen el-Ezher camii medresesinin batını düşüncenin merkezi olması ve İslâm dünyasında râfızî düşüncelerin yaygınlaşmaya başlaması üzerine bir resmi devlet politikası olarak inşa edilmiştir.

Nizâmiye Medreseleri her ne kadar bu amaçla kurulmuş olsalarda zaman zaman râfızî düşünce mensuplarının propagandaları neticesinde medreseler de mezhep çatışmaları da yaşanmaktaydı. Nitekim böyle bir dönemde Nizamü’l Mülk, medrese baş müderrisine bir mektup göndererek “Medresenin kuruluş amacının mezhep çatışmalarını kışkırtmak ve körüklemek değil ilmin korunması ve yaygınlaşmasını sağlamak” olduğunu ifâde etmiştir.

İslâm coğrafyasında Nizâmiye medreslerinden önce bir çok medrese inşa edilmiş ve bu medreselerin belirli bir müfredâtı söz konusu iken Nizâmiye Medreseleri kuruluşundan itibâren yapısı, işleyişi, şekli ve müfredâtı bakımından ayrıcalıklı ve özel bir yere sahip olmuştur.

Medrese de hoca ve öğrencilere mahsus odalar, dershâneler, mescid, kütüphane, yatakhâne, yemekhâne, hamam gibi muhtelif bölümlerden oluşan bir külliye niteliğindeydi. Medresenin ve öğrencilerinin bütün ihtiyaçlarının karşılanması için Nizamü’l Mülk vakıflar tesis etti. Medresenin yakınında çarşı inşa ettirerek gelirini medreseye tahsis etmiştir. Arazi, hamam ve bazı dükkanların gelirlerini müderris ve öğrencilere verilmesini sağladı.

Medresenin kuruluşundan sonra müderrisler bizzat Nizamü’l Mülk tarafından tanınmış meşhur ulemadan seçildi. Bilhassa Ebû Abdullah et-Taberî ile Ebû Muhammed Abdülvehhâb eş-Şîrâzî ve Gazzâlî’nin Nizamü’l Mülk’ün menşuruyla Nizâmiye Medresesi’ne müderris tayin edildiği bilinmektedir. Nizamü’l Mülkün vefâtından sonra onun soyundan gelenlerin yanında vezirler, sultanlar ve halifeler tarafından da müderris görevlendirildiği görülmektedir. Nizâmiye Medresesi’nin mütevellisi olduğu bilinen Süleyman b. Nizâmülmülk’ün 1240 yılındaki vefatından sonra müderrisler halifeler tarafından tayin edilmeye başlanmıştır.

Medreseye müderris olarak tayin edilen alimlere siyah bir cübbe giydirilmekte, sarık ve şal hediye edilmekteydi. Müderrisler görevinden ayrılırken sarık ve cübbelerini iâde etmek zorundaydılar. Kuruluşundan sonra kısa sürede bütün İslâm coğrafyasında ünü yayılan Nizâmiye Medreseleri’nde ders verebilmek için bir çok alimin birbirleriyle yarıştıkları hatta bazılarının mensup oldukları mezheplerini bile değiştirdikleri o döneme ait kaynaklarda ifâde edilmektedir.

Medreselerin kendisine özgün bir müfredât ve işleyişi söz konusuydu. Hocalar öğrencilerden yüksekçe bir mevkîde bulunan kürsüden derslerini işlemekte, derslerin saatleri hocaların ilmî mertebesi, mevsimler ve dersin niteliğine göre değişmekteydi. Derslerin işleyişinde belirli bir usûl uygulanmamaktaydı, her hoca kendi usûlü ile derslerini işleme konusunda serbestti. Dersler öğleden önce başlar, öğlen, ikindi, ve yatsı namazlarından sonra devam ederdi. Eğitim süresi 4 yıl olarak belirlenmişti. Derslerin dili Arapça olarak belirlenmiş ve öğretim tamamen Arap dilinde yapılmaktaydı. Medresede Nâib, hocalar ve yardımcı hocalar, muhasebeciler, kütüphâne görevlileri ve bir de namaz kıldıran imam bulunmaktaydı.

Nizâmiye Medreseleri’nde okutulan müfredât şu şekilde idi:

Din ve Hukuk Dersleri; Kur’an-ı Kerim kıraati, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam ve Usul, Dil ve Edebiyat Dersleri; Arap Edebiyatı, Farsa Edebiyatı, Sarf, Nahiv, Hitabet, Şiir, Cerh ve Ta’dil, Tarih ve Edeb, Felsefe Dersleri; Hikmet ve Mantık, Müsbet Bilim Dersleri; Tıp, Cerrahi, Riyaziye, Hesap, Hendese, Müsellesat, Nücûm(Astroloji), Hey’et(Astronomi) ve  Tabiiyat(Coğrafya).

Bağdat Nizâmiye Medresesi’nde 6 bin’e yakın öğrencinin, Nişabur Nizâmiye Medresesi’nde ise 400 kadar öğrencinin eğitim gördüğü ifâde edilmektedir. Nizâmiye Medreseleri’nden bir çok ünlü alim yetişmiştir. Bunlardan bazıları İbn Tümert, Ebu Bekir Muhammed b. Velid, İbn Asakir, İmadüddin el-İsfahanî’dir. Aynı zamanda dönemin bir çok ünlü alimi burada hocalık yapmıştır.

Medreselerin kendi bünyesinde medreseye bağlı kütüphaneleri bulunmaktaydı. Özellikle Bağdat Nizâmiye Medresesi’nin yanında zengin bir koleksiyona sahip büyük bir kütüphâne inşa edilmiştir. Nizamü’l Mülk, halktan ellerinde bulunan nadir eserleri bu kütüphâneye bağışlamalarını istemiş, alimlerden yazdıkları kitapları talep etmiş ve medrese kütüphânesini zengin bir hâle getirmiştir. İnşâ edilen kütüphâne hususunda o dönemi anlatan bir çok tarihi kaynakta kütüphânenin zenginliği ve görkemli olması ile ilgili hayranlık bildiren cümleler yazılmıştır. Mâlesef 1116 yılında çıkan bir yangında kütüphâne binası yanmış, öğrenci ve görevlilerin büyük çabaların ile kitaplar kurtarılmıştır.

Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh 589’da (1193) kütüphaneyi yeniden inşa etmiş ve sarayındaki binlerce cilt kitabını bu kütüphaneye bağılşamıştır. İslâm coğrafyasını kasıp kavuran Moğol saldırıları zamanında kütüphânenin zarara uğramadığı ifâde edilse de mâlesef bu zengin kütüphaneye ait hiçbir nadide eser günümüze ulaşamamıştır.

Nizâmiye Medreseleri tarihi süreçte muhtelif nedenlerden dolayı zamanla gerilemeye başlamış ve gözden düşmüştür. Gerilemesinin nedenlerinden birisi Halife Mustansır’ın kendi adı ile anılan ve Nizâmiye Medreseleri kadar ünlü olması amacı ile Mustansır Medreseleri’ni kurmasıdır. Özellikle de alim ve öğrencilerin halifenin himâyesi altında bulunan bu medreseyi tercih etmesi Nizâmiye Medreseleri’nin gerilemesini sağlamıştır. Gerilemenin bir diğer nedeni ise Dicle nehri kenarına inşa edilen medresenin üç kez sel’e ve daha sonra da  yangına maâruz kalmasıdır. 1272’de çıkan yangında medrese ile birlikte çevresindeki çarşılar  da harap olmuştur. Her ne kadar Cüveynî, vakıf gelirleri ile medreseyi tekrardan ihya etmeye çalışmış ise de tarihi süreçte medrese sosyal ve politik nedenlerle ortadan kalkmaya yüz tutmuştur.

Nizâmiye Medreseleri gerek kuruluş amacı ve misyonu ile gerekse de müfredâtın özgünlüğü ve zengin kütüphaneleri ile devrin siyasî, ilmî ve dinî hayatı üzerinde derin bir tesiri söz konusu olmuştur. Ehl-Sünnet akidesinin devamlılığı ve Türk-İslâm geleneğinin taşıyıcılığı hususunda önemli bir görevi üstlenmiştir. İslâm dünyasında taraftar bulan ve yaygınlaşan bâtınî akımlara karşı sünni omurgayı sağlamaştırmıştır.

Halife ve Selçuklu sultanlarının devlet politikalarının devamlılığını sağlamış, kendi özgün müfredâtı ile başta kendi dönemine ve daha sonraki yüzyıllara de etki eden meşhur alimlerin yetiştirilmesinde etkili olmuştur. Bir çok ünlü alim Nizâmiye Medrese’lerinin tedrisinden geçmiştir. Hüccetü’l-İslâm olarak tanınmış ünlü alim Gazzâlî’de Nizâmiye Medresesi’nde müderrislik yapmıştır.

Medreseler başta fıkıh, kelam ve hadis olmak üzere İslâmî ilimlere önemli bir katkı yapmıştır. Bu konular ile ilgili çok sayıda kitaplar telif edilmiştir. Yatılı ve burslu olması hasebiyle okumak için imkânı olmayan bir çok zeki gence imkanlar tanıdı. Nizâmiye Medreseleri kurulmadan önce de İslâm dünyasında varlığı bilinen medreseler bilhassa özel kuruluşlar olarak varlığını sürdürüken Nizâmiye Medreseleri devlet ve önde gelen yöneticiler tarafından himâye edilen eğitim kurumları olarak ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan daha sonraki yüzyıllarda devletlerin resmî olarak kuruluşunu tesis edip gözettiği medreseler için örneklik teşkil etmiştir.

Son olarak ise İslâm medeniyetinin kurup geliştirdiği medreseler Batı’da da benzer kurumların kurulup yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Birçok araştırmacı tarafından Salerno, Paris ve Oxford gibi Batı’da kurulan üniversitelerin de Nizâmiye Medreseleri’nden etkilendiği ifâde edilmiştir.

Umut Güner, Nizamiye Medreseleri